|
||||||||||||||||||||||||||||||||||
Hollanda'da Yeni Sağın YükseliÅŸi: HoÅŸgörüye Dayalı Ayrımcılık!Tanıl Bora - Özgür GökmenEvet, Avrupa �zerinde neo-fa�izmin ya da "a��r�-sa�c�l���n" hayaleti dola��yor. Yine, h�l� Fransa'da Le Pen ge�ti�imiz ay infial yaratan se�imlerde %2'ye yak�n oyunu kemikle�tirdi. �talya ve Avusturya'da neo-fa�ist ve yeni-sa�c�lar epeydir iktidar� payla��yorlar. Danimarka'da yabanc� d��man� Halk Partisi 2001 se�imlerinde 3. parti oldu ve h�k�metin d��ardan destek�isi olarak, yabanc�lara/g��menlere kar�� Avrupa Birli�i �ap�ndaki en kat� d�zenlemelerin uygulamaya ge�irilmesini sa�l�yor. devam… Vücut, Et ve Ruh: HayvanlaşmakGilles DeleuzeVücut Figürdür -ya da daha çok Figürün malzemesi. Her şeyden önce Figürün malzemesini mekandaki -çok farklı bir şey olan- maddi yapı ile asla karıştırmamak gerekir. Vücut bir Figürdür, bir yapı değil. Diğer taraftan Figür de bir vücut olduğundan bir surat değildir -hatta suratı bile yoktur. Bir kellesi vardır, çünkü kelle vücutun ayrılmaz parçasıdır. Hatta onun salt kelle olduğu bile söylense yeridir. Portre ressamı olarak Francis Bacon kelleleri resimler, suratları değil. İkisi arasında çok büyük fark vardır çünkü. Çünkü surat kelleyi kaplayıp örten yapılaşmış bir mekansal örgütlenmesidir. Kelle ise vücudun yoldaşıdır -üstünde olsa bile... Bir ruhu olmadığı manasına gelmez bu -ama bu vücudu olan bir ruhtur, cismanidir, hayati nefestir, hayvani ruhtur... O insanın hayvani ruhudur: domuzuna ruh, buffalonun ruhu, itin ruhu, yarasa ruhu... Bu Bacon'un bir portreci olarak çok özel bir projeyi yürütmekte olduğu manasına gelir: suratı silip atmak, suratın altında saklı kelleyi keşfedip yüzeye çıkarmak. devam… Neoliberalizme Karşı Toplumsal Öznelliğin GücüÖzgür GökmenGeçtiğimiz 25 Temmuz, 3 Ağustos (1997) arasında İspanyol devleti topraklarında, beş ayrı bölgede düzenlenen İnsanlık Adına Neoliberalizme Karşı İkinci Kıtalararası Toplantı, bundan tam bir yıl önce, Chiapas eyaletinin La Realidad köyünde düzenlenen ilkine göre, nedense, "sessiz sedasız" geçti. Daha doğrusu, tüm şenlikli havasına rağmen, en azından Türkiye'deki büyük ticari medya ilk toplantıya gösterdiği ilgiyi bu ikincisinden esirgedi. devam… İnternet'te Sanat Mümkün mü?Ulus Bakerİnsanların, sanatçılar da dahil olmak üzere tarihin bazı dönemlerinde "artık sanat mümkün mü" gibisinden sorular sordukları olur. Derken, bütün bu soruların bir "sinirsel çöküşün" etkilerinden ibaret olduğunu gösterecek şekilde, sanat, Rönesans'ta olduğu gibi, Barok'ta olduğu gibi, Modern sanat konusunda olduğu gibi yeniden o tuhaf parlayışlarından birini gerçekleştirmekte gecikmez. devam… Bilim Kurgu ve GelecekUrsula K. LeGuinGeleceğin nerede olduğunu biliriz. Gelecek önümüzdedir. Öyle değil mi? Önümüzde uzanır, büyük bir gelecek önümüzde uzanır; her diploma töreninde, her seçim yılında güvenle ona doğru ilerleriz. Ve geçmişin nerede olduğunu biliriz. Ardımızdadır; doğru değil mi? Bu yüzden onu görmek için geriye dönmemiz gerekir ve bu geleceğe doğru ilerlememize engel olur; onun için geriye dönüp bakmayı pek sevmeyiz. devam… Denetim ToplumlarıGilles DeleuzeFoucault "disiplin toplumları"nı Onsekizinci ve Ondokuzuncu yüzyıllara yerleştirmişti. Bu toplumlar doruk noktalarına Yirminci Yüzyıl başlarında varmışlardı. Bu toplumlar, geniş ve yaygın kapatıp-kuşatma mekânları düzenlemeleriyle ayırdedilirler. Birey hiç durmadan, her biri kendi yasalarına sahip olan bir kuşatma mekânından öbürüne geçer; önce aile; sonra okul ("artık ailende değilsin"); ardından kışla ("artık okulda değilsin"); en sonunda da fabrika; arasıra hastane; olasılıkla hapishane, yani kapatılmış-kuşatılmış çevrenin en önde gelen örneği. Analojik bir model oluşturan hapishanedir burada; Rossellini'nin Europa 51 filminin kadın kahramanlarından biri bazı işçileri işbaşında gördüğünde "mahkumlarla karşı karşıya olduğumu sandım" diye haykırabilir. devam… Yaratma Eylemi Nedir?Gilles DeleuzeBen de, kendi hesabıma bir soru sormak isterdim sizlere --sizlere ama kendime de. Bu şu türden bir soru olurdu --siz, sinemada ne yapıyorsunuz ve ben, işin aslında, felsefe yaparken, ya da yapmayı umarken, gerçekten ne yapıyorum? devam… Antifa! Çok Geç Olmadan?Emrah GökerKendimce karamsarlığın, öfkenin ve üzüntünün içinden çekip çıkarmaya çalıştığım şu satırlarda, bunlar gibi son bir haftadır yazılmış ve daha da yazılacak diğer satırlarda da görüldüğü gibi, bu hissiyatı söze dökmeye hazırız. Konuşmak, hatta daha fazla insan evladı duysun diye bağırmak. İlk gerekli adımı eylemin. Lakin bundan sonra ne kadar daha risk almaya hazırız? Daha fazla bir şeyler yapmayı kaçımız göze alabilecek? devam… Yeni Özgürlük Alanları'na EkToni Negri"Roma, Rebibbia Hapishanesi / Paris, 1983-1984": 1985 yılında yayımlanan Yeni Özgürlük Alanları'nın Fransızca metninin sonundaki bu kronolojik not suni değildir. İki yazar arasındaki diyalog, yazarlardan birinin hapisde bulunduğu uzun yıllar boyunca bir kesintiye uğramadı. Aslında bu mahpusluğun son yılında, baskıya ve baskının etkilerine rağmen, komünist siyasal programın devamına dair bir çalışma yapmaya karar vermiştik. 1984'te içimizden biri hapishaneden çıkıp sürgüne gittiğinde, böyle bir proje üzerinde çalışma fırsatı doğmuş oldu. devam… İgnoramus: Psikanaliz neden işe yaramaz?Ulus Bakerİnsanın, psikanalizin eksenini oluşturan temel mefhum olarak "bilinçdışı" ile olan maceralı ilişkisi kuşkusuz en belirgin şekilde "Freud'dan önce bir bilinçdışı var mıydı?" sorusunda yansıyor. Sorunun "yapısalcı antropoloji" ile ilgili olarak, "öncüleriniz kimler?" gibisinden bir soruya, "Caduveo yerlileri" cevabını verecek cesareti gösteren Claude Lévi-Strauss'un kastettiğine benzer bir çerçeve içine alınabileceği düşünülebilir. devam… Anna SeghersSeçil DerenEvrensel Basım Yayın, Anna Seghers'in Yedinci Şafak (Das siebte Kreuz) romanını Kasım 1997'de yeniden yayımladıktan sonra, Şubat 1998'de de İlk Adımlar adıyla, aynı yazarın öykülerinden bir derleme sundu. Seghers'in yazı ve konuşmalarından bir derleme olan ve 1984'te Ahmet Cemal çevirisiyle yayımlanan Gerçekçiliğin Evrensel Mirası'na çevirmenin yazdığı önsözde, Yedinci Şafak'ın daha önce de çevrildiği belirtilir. Oysa, romanın son baskısında, daha önceki baskılara ilişkin bir bilgi görünmüyor. Yedinci Şafak'ın bildiğimiz ilk çevirisi, Ahmet Cemal ve Hâle Kuntay tarafından yapılmış ve 1976'da Değer Yayınevince basılmıştır. devam… Çok-Partili Rejime Geçerken Sol: Türkiye Sosyalizminin Unutulmuş PartisiÖzgür GökmenTürkiye'de tek-parti sistemi terkedilirken ortaya çıkan nisbi özgürlük ortamında yaşananlar, Türkiye Cumhuriyeti tarihinin temel sürekliliklerinden birini gözler önüne serer. Sol kanadı olmayan bir çok-partili sistemin temelleri bu kısa sürede atılır. Milli Şef rejimi kendi stratejisi gereği siyasal alanın sola da açılacağı izlenimini yaratmış; ancak, hukuksal, siyasal ve ideolojik tavır alışlarıyla çok geçmeden asıl niyetini belli etmiştir. Aşağıdakiler sol açısından bu sürecin temel dönüm noktalarını sıralamak ve kısa bir süre de olsa faaliyet gösteren dönemin sol partilerinden bugüne dek hep bir köşeye itilmiş, unutulmuş olan Türkiye Sosyalist Partisi'nin (TSP) taşıdığı önemi vurgulayabilmek dışında bir iddia taşımamaktadır devam… Demokratik Soldan Devrimci Yol'a: 1970'lerde Sol Popülizm Üzerine NotlarNecmi ErdoğanBu yazıda, Ecevit CHP'si ve Devrimci Yol bağlamında 1970'lerdeki sol popülizmi ele alacağız. Temel iddiamız, Ecevit CHP'si ve Devrimci Yol'un, dahil oldukları ideolojik-politik formasyonlar ve aldıkları siyasal konumlar birbirinden önemli ölçüde farklı olsa da, popülist tahayyülün söylemlerine eklemlenmiş olması açısından ilginç paralellikler gösterdikleridir. Burada CHP'nin veya Devrimci Yol'un kuşatıcı bir tarihsel değerlendirmesini yapmaya kalkışmayacağımız aşikardır; çünkü, biliyoruz ki, "bir partinin tarihini yazmak, monografik bir bakış açısıyla bir ülkenin genel tarihini yazmak demektir" (Gramsci, 1971: 151). Örgütsel hayatı ve faaliyetleri, örgüt içi ideolojik tartışmaları, üyelerin, taraftarların ve temsil edilen toplumsal grupların özelliklerini ve parti veya hareketin toplumsal-siyasal alan içindeki konumunu çözümlemeyi gerektiren böyle kapsamlı bir tarihyazımı uzun soluklu bir çabanın ürünü olabilir ancak. Dolayısıyla, bu yazıda ortaya atacağımız argümanlar, 1970'ler soluna dair bir çalışmaya bazı hareket noktaları veya ipuçları sağlamaya dönük yüksek sesli düşüncelerden ibarettir. Bu sıfatla, tartışılmaya, sorgulanmaya ve değiştirilmeye açıktır. devam… Marksizm ve Ahlâk*Özgür GökmenAmaçlar ve araçlar arasındaki ilişkinin, yani amaçların araçları meşru kılıp kılamayacağı ya da tasarlanmış amaçlara ulaşmak için neyin yapılması ya da yapılmaması gerektiği türünden sorunların, birçok siyasal kuram gibi Marksizm için de hayatî bir öneme sahip olduğu tartışılageldi. Bu tartışma, yaşanan pratiklerden sonra, günümüzde etik ile siyaset arasındaki bağın yeniden kurulması gerekliliği çerçevesinde şekillenen daha geniş kapsamlı bir tartışma içinde sahip olduğu önemi koruyor. devam… Bir kü-çü-cük aslan-cık varmış...Ulus BakerHayvanlar en eski edebiyatın içindeydiler, çok uzakta değildiler zaten: Aisopos hikâyecikleriyle insanlık durumlarına ilişkin metaforlar için zengin bir kaynak sundular. Ama Batı dünyası, sözgelimi Çin uygarlığından veya Hindulardan farklı olarak insanlarla hayvanlar arasındaki ilişkiyi "dostluk" ile "ahlâki kayıtsızlık" arasında uzanan bir yelpaze üzerine dağıttı. En üst düzeyde "hayvani" tema, Mezopotamya'dan beri gelişen, Yahudilikte ve Hıristiyanlıkta ön plana çıkan bir "çoban ile sürü" teması oldu. Tuhaf kriterlere dayanılarak (çift tırnaklı olmak, yarık dudaklı olmamak vesaire) hangi hayvanın yenebileceği, hangilerinin mekruh oldukları tayin edildi. Ama her durumda, bitkilere ve hayvanlara revâ görülen muamele, uygarlıklar düzleminden bakıldığında, insanlar arasındaki ilişkilerin de kriteridir. Öyleyse edebiyatın da... devam… Sade ile Masoch: Ekonomi-politiğe karşı diplomasiUlus BakerAcıyla ve hazla ilgileri apaçık olsa da, Sade metinleri, Sacher Masoch metinlerine vurularak ölçülemezler. Birinciler, her şeyden önce bir tür 'ekonomi-politiğe', ikinciler ise bir tür 'siyasete' veya diplomasiye açılırlar. Ama onları tersten terennüm edilmiş altyapılar-üstyapılar ilişkisi içinde de kavrayamayız. devam… kent görüntü bellekaras özgün + ersan ocakMonografilere ihtiyacımız var. Monografi kendi kendine yazmakdır --deliliğe mahsus sözel bir alanın yazılı hali. Aklına geleni yazmak değil, yazarak aklına birşeyler getirmek. Monografiler fikirleri barındırır, kuramları değil. Makale nelerin bilgimiz dahilinde olduğunu gösterir, monografiler ise bildiklerimizin sınırlarını. Kuramların olan biteni açıklamak ve özgürleşme vaadinde bulunmak gücünden yoksun kaldığı yıkılış ve yeniden kuruluş anları olur, ordan oraya savrulduğumuz, çakılmanın sürekli ertelendiği düşüş anları. Böylesi anlarda çığlık çığlığa neler olup bittiğini düşünüyoruz ve monografiler yazıyoruz. devam… Yarım Ağız TaziyelerKenan ErçelHrant Dink'in göz göre göre öldürülmesi mi daha asap bozucu, yoksa olayın hemen akabinde resmi ağızlardan verilen demeçlerin kaypaklığı mı... bilemiyor insan. devam… 100 Yıl Sonra Wobblies!Özgür GökmenNew York'taki toplu taşıma grevini duydunuz mu? Ya Starbucks grevini? Hani şu Türkiye'de de açıldığı vakit, çok satan gazetelerde, "Efendim, kahve nasıl içilmeli," diye hakkında günlerce haberler yapılıp göklere çıkarılan Starbucks'a karşı devam eden grevi? O zaman belki IWW'nun, Dünya Sınaî İşçileri'nin, ismini de duymuşsunuzdur. devam… Mahremiyetin Despotlukları: Kamusal İnsanın Çöküşü Üzerine Bir Deneme*Devrim SezerHakkında çok fazla konuşulan, üretilen yeni kavramlar ve söylenen/yazılan her sözcükle etrafında oluşan laf kalabalığı arasında sıkışıp kalmış kimi konular, ancak yeni bir bakışın getirebileceği bir takım yeni sorulara gereksinim duyarlar. Richard Sennett, kent kültürü üzerine yazdığı üçlemenin ilk bölümü olan Kamusal İnsanın Çöküşü'nde modern çağları kamusal yaşam ile özel yaşam arasındaki dengenin değişmesi bağlamında ele alırken, modern zamanlar üzerine duymaya alıştığımız hikayelerden çok farklı bir hikayeyi anlatmayı da gücünü yeni sorular sorabilme yetisinden alan böylesine yeni bir bakışla gerçekleştiriyor. devam… Korku MikrobuArman ArtuçBu kadar uzağa geldim ama maalesef o mikrobu çıkartamayıp yanımda getirmişim. Oysa hele de son 6 aydır kendimce New York'da yepyeni bir hayatım var artık, İstanbul, Türkiye, Ermeni filan geride kaldı diye düşünüyordum. Çok yazık oldu, çok ağladım, İstanbul'daki babam da ağladı, eminim artık Yedikule'de hastanede yatan bizim bakkal Artin de ağlamıştır. devam… Half Hearted CondolencesKenan ErçelHard to tell which is more upsetting: Hrant Dink's "unsurprisingly shocking" murder, or the hypocrisies uttered by government officials in his wake. Once words of condolences and condemnation are quickly dispensed with --in a "the number you've dialed cannot be..." like monotone-- the topic is invariably tied in with the pending voting of the Armenian Genocide resolution in the US Senate. As if the real tragedy is not the murder of Dink, but its inopportune timing! Evidently, those who couldn't bring themselves to celebrate Pamuk's Nobel prize, cannot bring themselves, for the very same reasons, to grieve Dink's death. devam… Hepimiz AzınlığızPınar ÖğünçAnnem şimdiye kadar hiçbir siyasi partinin mitingine gitmedi, hiçbir şeyi protesto etmek için sokağa çıkmadı. Söze geldiğinde sosyal demokrat bir kişi olmasına rağmen, sektirmediği her seçimde oyunu, "Aman bölünmesin" diyerek sağ partilerden birine attı. Darbe sonrası 1982 cunta anayasası oylanırken, kendini "Evet" demek mecburiyetinde hissetti, çünkü "ortalık çok karışmıştı". devam… Post-Yapısal-İşlevselcilik: Laclau'nun Popülizm Makinesi*Emrah GökerErnesto Laclau ve takipçilerinin demokratik mücadele ve "angajman" çıkışları, kuramsal muhasebenin derinliklerinde çok geçmeden uyuşuk, muğlak bir "karar verilemezlik"e doğru inişe geçer. Tarihsel-toplumsal analiz alanını total olarak "politik" kavramına indirgeyen bu skolastik projenin ardı ardına görücüye çıkardığı "agonizm", "eşdeğer talepler", "eklemlenme", "eksiklik", "heterojenlik" vb. kavramların performansından sonra "radikallik" iddiasının içini dolduran nedir? Laclau?nun son kuramsal çalışması Popülist Akıl Üzerine, bence bu soruyu cevapsız bırakmaya devam ediyor. devam… "what is in a name?"leylahrant, vaktiyle ermeniliği baş koyduğu davaya zarar vermesin diye kendini fırat'a devşirmişti. dün, 200 bini meydanda, milyonlarcası yüreğinde, kendini neden hrant'a devşirdi? devam… Avrupa Birliği, Türkiye ve İslam*Özgür GökmenBu yazı okuyucusuyla buluştuğunda 3 Ekim geride kalmış, Türkiye AB'ye tam üyelik yolunda muhtemelen bir eşiği daha aşmış olacak. Tabii taraflar müzakere çerçevesi üzerinde anlaşabilirlerse... Her durumda, Türkiye'nin AB macerası yeni seyrine başlamış olacak. Bu süreçteki bir önceki eşik, Türkiye'yle müzakerelerin başlamasına karar verilen 17 Aralık 2004'te aşılmıştı. Avrupa Anayasası metninin henüz tamamlandığı dönemdi. Türkiye'nin kültürel-dinsel yapısına yönelik tartışmalar, bugün gündemde olan, Güney Kıbrıs'ın Türkiye tarafından tanınması gibi meselelerden daha çok işitiliyordu. Bizzat Anayasa taslağını hazırlayan komisyonun başkanı Valérie Giscard d'Estaing, 2002 sonunda Türkiye ile Avrupa arasında aşılamaz bir köprü olduğunu söylemişti. Kültürel bir köprü... Türkiye Avrupalı değildi, Birliğe üyeliği AB projesinin sonunun gelmesi demekti. devam… Unutulmuş Bir Risaleyi HatırlamakÖzgür GökmenHilâl Altında Dört Sene ve Buna Ait Bir Cevap adlı risale, Büyük Erkânı Harbiye Reisliği X. Şube tarafından yayımlanmış. Ve evet, aradan geçen 70 küsur seneden sonra bugün hâlâ mütalâaya şayan. Fakat elbette yukarıda beyan edilen itibarla değil. "Ermeni sorunu"na dair mevcut resmî görüş ve millî refleksin ilk kaynaklarından biri olduğu için. Hatta belki de sadece, yukarıdaki kısacık takdim dahi Cumhuriyet'in ilk döneminde ne tür bir toplumsal tahayyüle sahip olunduğuna dair bir ipucu verdiği için. devam… Yaralarım benden önce de vardı...Ulus BakerErnst Jünger'in Kehre'sinin mutlak olduğunu asla düşünmemek gerekir. Önce onaylayarak ortaya attığı temalar (sanayi-savaş, geçmiş-gelecek, nihilizm) geç dönem eserlerinde bir kez daha ortaya atılırlar: Bu kez derin ve minimal bir toplumsal eleştirinin yeğinliğiyle. Yazınsal saydamlık ve minimal etkilerin edebi kudreti bu eserin formüllerini gölgelememektedir. Ernst Jünger'in eseri bize şunu söyler: Dünya, Tarih ve Hayat, büyük harflerle başlasalar da hep küçük şeylerin gücüyle ayakta dururlar. (Bu deneme Virgül Dergisinin Ocak 1998 tarihli 4. sayısında yayınlanmıştır) devam… Cartel: Cehennemden Çıkma Çılgın Faşizm!Aras ÖzgünCartel ilgi çekici bir biçimde "Türkiye Solu" tarafından baştacı edildi. Express, Şizofrengi gibi entellektüel-sol kesimin nabzını tutan dergiler Cartel'e sayfalarında yer verdiler ve grup hakkında övgü dolu yazılar yayınladılar, hatta şarkı sözlerini arka kapaklarında bastılar. Öte yandan Cartel'in Türkiye'de vermeye niyetlendiği ilk konserler "ülkücü bir seyirci kitlesi"nin salonları dolduracağının anlaşılması üzerine, "bu kitle tarafından sahiplenilmek istenilmediği için", grubun kendisi tarafından iptal edildi (ya da en azından basına böyle söylendi). Cartel aynı anda iki karşıt politik eğilim tarafından sahiplenildi. Müzikal bir metin içinde hem faşizan hem özgürlükçü anlamlar barındırabilir mi, ne kadar özenle ve usta "image-maker"larca yaratılmış olursa olsun bir imaj aynı anda hem faşistlerin hem de solcuların özdeşleşme mekanizmalarını harekete geçirebilir mi? Cartel imajında ve müzikal metninde baskın olan hangi eğilimdir ve bu ifade nasıl oluşmuştur? Bütün bunları sorgulamak gerektiğini düşünüyorum. devam… Amsterdam PostasıÖzgür GökmenBir "sirk kahramanı"nı çağrıştıran Pim Fortuyn'ın geçtiğimiz Mayıs ayında, üstelik tam da seçimlerden önce öldürülmesi Hollanda'yı sarsmıştı. Soluk siyaset hayatı birden canlanmış; seçim sonuçları ülkede kurulu düzeni altüst etmişti. Şimdi, Pim Fortuyn'un Listesi'nin (LPF) de ortak olduğu sağcı koalisyonun ancak 87 gün devam eden beceriksiz iktidarından sonra yapılan erken seçimin ardından her şey "normal"e dönmüş görünüyor. devam… İktisadın Emeğinden Emeğin Siyasi İktisadınaYahya M. MadraEmek olgusunun, daha doğrusu neye tekabül ettiği üzerinde pek de bir uzlaşma olmayan emek göstereninin iktisat disiplini içinde son derece kilit bir konumu var. Bu yazıda, olabildiğince özetle, bu konumun önemini, emeğe yüklenen farklı anlamlara ve bunlar arasındaki geçiş ve çatışkılara dikkat ederek, ele almaya çalışacağım. Yazının temel çıkış noktası, tüm farklı ve çelişkili anlamlandırılmaları ile emek göstereninin iktisat disiplininin varolmayan bütünlüğünün semptomu, yani, iktisat disiplinini en temelinden, kuruluşundan etkileyen bir yarılmanın (imkânsızlığın) imleyeni olduğudur. devam… Terhaneler: Emeğin "Oryantal" HalleriKenan ErçelEmek(çi) perver bir coğrafya olduğu pek söylenemeyecek, "Amerikan istisnacılığı" gibi bir tabire vesile olacak denli kendini sınıfsal mücadeleden azade addedegelmiş ABD'de, 1990'lı yıllarla birlikte geniş tabanlı ve mimarları arasında dönemin Başkanı Clinton'un dahi yer aldığı emek-eksenli bir hareketin boy göstermesi ilginç bir vakıaydı kuşkusuz. Bu hareketin, ivme kaybetmek şöyle dursun, hepten palazlandığı 2000'li yıllarda "sömürü" terimi artık sol/sosyalist yazının tekelinden çıkmış; kiliselerden kampüslere, haber bültenlerinden sitcom'lara uzanan bir yelpazede iyiden iyiye gündelik dile mâl olmuştu. Ne var ki bu gelişmeleri emek hanesine yazılacak bir kazanım olarak nitelendirmeden önce bir durup düşünmekte fayda var. Zira, aşağıda izah etmeye çalışacağım üzere, "sömürü"nün söz konusu hareket ve bu hareketin dillendirdiği söylem içerisinde kodlanış biçimi kapitalist emek-sermaye ilişkisindeki temel adaletsizliği olağanlaştırmakta ve doğallaştırmakta, böylelikle makûl ve meşru kılmaktadır. Fakat bu savı ayrıntılandırmaya ve gerekçelendirmeye girişmeden önce ABD menşeili bu emek hareketi hakkında kısa bir tarihçe vermek yararlı olacaktır. devam… Kılçıksız Emek, Yağsız Sermaye: Gayrı-maddi Emek TartışmasıAras ÖzgünGayri-maddi emek tartışması teorik düzeyde yeni bir cephe kuruyor; bireyin asla "bir" olmadığını, en yalın halinde bile içinde bir "kalabalığı" barındırdığı ve toplumsal öznenin emek vasıtasıyla "kalabalıklar" içerisinde kurulduğunu gösteriyor; emeğin sadece sermaye üretmeye yarayan pasif bir "güç" olmadığı ve toplumsallığının sadece sermaye üretmek dolayımından kurulmadığını ifade ediyor; emeği bizatihi toplumsallığı kuran tek yaratıcı kudret olarak tekrardan inşa ediyor. Yukarda bahsetmeye çalıştığım teorik çerçeveyi bir de bu politik bağlamda değerlendirmek gerekir; neo-liberalizmin toplumsal hayatı basitçe bir ekonomik denkleme indirgeme girişimine ve onun kavramsal çerçevesine saldıran, zorunluluklar etrafında tanımlanan "ekonomik hayat"a karşı arzularla beslenen "hayatın ekonomisi"ni öne süren ve bunu yaparken de halen "emek" üzerinden, insanın yaratma kudreti üzerinden hareket eden bir özgürlük fikri. devam… Dünyanın Tüm SavaşlarıAras Özgün, Can Gündüz, Özgür Gökmen @KörotonomedyaHep "anlatılan senin hikayendir" diye başlansa da, sonuçta herkes herzaman kendi hikayesini anlatır. Hiçbir hikaye de geçmişi ve gerçeği anlatmaz zaten, hepsi henüz ya da hiç olmamış olanı söyler. "Senin hikayen" demek, bir davetten ibarettir; geleceği şimdiye, tasavvur edileni vücut bulmaya, "sen"i "ben" olmaya çağıran bir davet. Anlatacağımız bir hikaye anlatıcısının hikayesidir, bizim hikayemizdir. devam… Communism: some thoughts on the concept and practiceToni NegriToni Negri's presentation at the Communism Conference in London, on March 14th 2009, translated by Arianna Bove. devam… The Common in CommunismMichael HardtMichael Hardt's presentation at Alternative Social Imaginaries Symposium at Duke University on April 9th 2009. devam… Siyasal Alanın Oluşumu: Baker’den Schmitt’e ve Agamben’e GöndermelerMehmet RatipPeki siyasal eyleme irrasyonalitenin, deliliğin, kimliksizliğin, “herhangiliğin” kollarında başvuran ya da başvuracak olan kitlelerin haklılığı tartışılmaz mıdır? Sonuç yerine, Baker’in bu soruya ilişkin söylediklerini hatırlatmak istiyorum. Baker, “halkın masumiyeti” mefhumunu tartışmaya yine modern dünyaya dair bir gözlem yaparak başlar: “Siyasetin bir “hizmet”, nüfusun yardımına koşma pratiği olarak anlaşılmaya başlandığı modern dünya, ... nüfusun ve halkın masumiyetinin varsayıldığı bir dünyadır.” Baker’e göre “halkın masumiyetinin” tarihsel kökleri “halkın güvenlikte olma hakkı”na dayanmaktadır. Güvenliği sağlanması gereken bir topluluğun politik suçların kurbanı olma tehdidi altında yaşadığı varsayılmakta, böylece suçun kurbanı olarak halkın temel masumiyeti tescillenmektedir. Bu düşüncenin ardından Baker can alıcı sorularını sıralar: “[Halkın] güvenlik hakkı (evrensel, doğal bir hak olarak) kötü yönetimler ve baskı karşısında olma hakkını, direnme ve itaatsizlik, giderek belki de “devrim” hakkını varsayıyor değil midir? Devrim yapan bir halkın masumiyeti nasıl temellendirilecektir?” devam… |
||||||||||||||||||||||||||||||||||
|