körotonomedya > türkçe > theoria
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

Antifa! Çok Geç Olmadan?

Emrah Göker

“Düşünce, mahiyeti meçhul bir içki gibi, çılgına döndürmüş herkesi. Birleştirecekken ayırmış. Birbirine düşman kırk beş milyonluk bir sürü. Hürriyet, hangi hürriyet? Birbirini boğazlama, birbirine sövme hürriyeti. Ölmek veya öldürmek, işte bütün hürriyetimiz.” (Cemil Meriç, Kırk Ambar – Cilt 2, s.11)

Hrant’ımız öldürüldükten sonra temiz giyimli kanaat teknisyenleri akbabalar gibi üşüştüler habercilik alanına. Demokrasinin leşini ortadan kaybetmek için olsa gerek. Vitrin çirkin gözükmesin...

301’e çıkar hesapları uğruna dokunmayan AKP’nin de alkışçısı olduğu inanılmaz bir kolektif histeri gösterisi: Daha geçen gün Türkiye’deki devletçilik anlayışı ile, farklı kimlik gruplarına karşı yerleşikleşmiş kurumsal ve gündelik ayrımcılık ile, bu ülkede milliyetçilik adına işlenen suçlar ile, bizzat demokrasiden ne anladıkları ile yüzleşmekten köşe bucak kaçanlar sağduyu tellalı kesildiler. Ama dikkat: Yüzleşmeden, hatırlamaktan ve bağış dilemekten kaçmayı sürdürüyorlar. Vah bozulan huzurumuz hemen tesis edilsin! Zira “kurşun Türkiye’ye sıkılmıştır”! Bu pozisyon, gün içinde kendini temiz hissetmek için yüzlerce kez elini sabunlayan histerik adamınkine benziyor. Kendimizi neden pis hissediyoruz Hrant’ın delik ayakkabısına, katil zanlısı Ogün’ün jandarmaya verdiği tek kaşı kalkık “Kurtlar Vadisi” pozuna bakarken? Daha hayati soru: Bu hissiyat hakkında ne yapmaya hazırız?

Kendimce karamsarlığın, öfkenin ve üzüntünün içinden çekip çıkarmaya çalıştığım şu satırlarda, bunlar gibi son bir haftadır yazılmış ve daha da yazılacak diğer satırlarda da görüldüğü gibi, bu hissiyatı söze dökmeye hazırız. Konuşmak, hatta daha fazla insan evladı duysun diye bağırmak. İlk gerekli adımı eylemin. Lakin bundan sonra ne kadar daha risk almaya hazırız? Daha fazla bir şeyler yapmayı kaçımız göze alabilecek?

Gazeteleri, internet sayfalarını ve kanalları dolaşarak ırkçılık, milliyetçi şiddet, ayrımcılık, Türk-Ermeni ilişkileri ve Hrant’ın temsil ettiği değerler hakkında akıl ve vicdan sahibi sesler duymak istiyoruz. Çoğumuz aynı zamanda bu sesleri sokakta, evde, işyerinde de duymak istiyor. Anti-faşist hassasiyetlerin ilk mecradan ikincisine yayılması, meselenin alengirli kısmı. Hemen sadede geleyim: Bir süredir, Murat Belge’nin yerinde tabiriyle “perinçsizlerle kerinçeklerin” zorbalığının teslim almış gözüktüğü siyaset alanını geniş katılımlı bir Antifa ile doldurup taşırmamız gerekiyor. Bir toplumsal hareket seferberliğine ihtiyacımız var, böylece demokratlığın, özgürlükçülüğün, yurttaşlığın, insan olmanın temsiliyetlerinde bize söz tedarik etmeleri için kültürel üreticilere (köşe yazarlarına, uzmanlara, sanatçılara, vd.) bağımlı olmaktan da kurtuluruz. Hrant’ın katline sebep olan politik kültürü lanetleyen söz, hareket için üretilir olur o vakit – siyaset yapmaya tahvil edilebilir.

“Antifa”, Almanya’da nazizme, neo-nazizme ve ırkçılığa karşı harekete geçmiş birçok anti-faşist örgütün son 50 senede sahiplendiği bir tabir. İlk kez İkinci Dünya Savaşı sırasında Doğu Avrupa’da Komintern destekli anti-faşist direniş grupları kullanmışlar. Savaş sonrasında Doğu Almanya’da “Antifa Komiteleri”, SSCB ağırlığını koyana kadar 1945-1947 arasında kuvvetli bir görünürlük kazanıyorlar. Komitelerin bir kısmı ırkçılık ve faşizm hakkında halkı eğitmeye dönük faaliyetler yapıyorlar, bazı komiteler de mahalli işçi örgütleri olarak çalışıyorlar ve bir taraftan sendikal harekete destek verirken diğer taraftan bilinen Nazilerin adalete teslim edilmesi için kampanya yürütüyorlar.

1970’lerde Antifa, görece küçük çaplı anarşist ve anarko-komünist grupların sahiplendiği bir hareket olmuş. Milliyetçi ve göçmen-karşıtı politikalara ve siyasi gruplara karşı militan ama marjinal bir mücadele yürütülmüş “antifalar” tarafından. 1980’lerle birlikte otonomistlerin (başta Autonomen), Demokratik Sosyalist Parti’nin ve sosyal demokratların desteklediği farklı Antifa pozisyonları var. Günümüzde farklı sol eğilimler arasında değişen platformlarda anti-faşist koalisyonlar kurulmuş durumda, anarşistler “birlikte yaşama” yanlısı, ırkçılık-karşıtı mücadeleyi sokak kavgalarından daha geniş (daha “sivil”) bir bağlama taşıyorlar, “partili” sol ise neo-nazi şiddetine karşı daha mahalli bir refleks geliştirmeyi öğreniyor.

Kanımca bir süredir bizim de bir Antifa platformu seferber etmeye ihtiyacımız var. Kürt sorununun tartışılma biçimleri, Ermeni soykırımı etrafındaki tartışmalar, giderek ciddileşen ve gündeliğe sirayet etmeye başlayan yabancı düşmanlığı, tüm bunlar milliyetçilik (başına “Atatürk” konulsun “Türk” konulsun) ile faşizm arasındaki ilişkileri Türkiye’de olup bitenler bağlamında, en başta insanlığımızı müdafaa etmek adına ifşa edecek popüler bir hareket alanı açılmasını elzem hale getirdi.

STK’ların profesyonel faaliyetleri de, kültürel üretim alanından yükselen vicdan ve haysiyet sahibi (“entelektüel”) söz de “perinçsizlerle kerinçeklere” kalmış gözüken meydanda demokrat güçlerin hegemonyasını sağlamaya yetmeyecek. Bir taraftan, örneğin Karadeniz’de, paramiliter ve etnik temizlikçi “hassasiyetlere” sahip gruplar toplumsal hareket seferberliği araçlarıyla çalışıyorlar. Bir anti-faşist hareket için, Hrant’ın öldürülmesinin arkasındaki “derin” grupların ifşa edilmesinden daha zor ve daha ölüm-kalım meselesi olan şey, politik kültürün “Ermeni düşmanlığı” gibi totaliter unsurlarının etkisinin yaygınlaşmasını önlemek, bu etkiyi tersine çevirmeye çalışmak olsa gerek. Mücadelenin mahalli olması gereken bir cephesi var yani. Muhtarların, cemevlerinin, imamların, belediyelerin içine alınacağı bir kampanya. Muhtemel Ogün Samast’ları, o çocuğun neslini de kazanmamız gerekiyor. (Yıldırım Türker 22 Ocak’taki köşesinde şöyle yazmış: “…hiçbir yere gitmeyeceğiz. Linççi Türklük avukatları da kalsın. Onlara bakarken onların çocuklarıyla konuşuyoruz. Nasılsa
o çocuklar da bize katılacak.”)

Kuşkusuz diğer taraftan, “ortalama”ya yerleşmiş, habercilik alanının da, resmi kurumların da beslediği ayrımcılıklarla mücadele edecek, hukuk alanını da kapsaması ve belki de daha “profesyonelleşmiş” olması gereken bir cephe de var. Antifamız burada da sadece milliyetçi ortodoksiye karşı değil, birlikte yaşama hukuku için, örgütlü olmalı. Böylece anti-faşizmi TÜSİAD’ın veya (İslamcı ya da seküler) liberalizmin kanaat teknisyenlerinin tekelinden kurtarabiliriz de.

Bu konuda Almanya’daki hareketlerin tarihinden öğreneceğimiz çok şey var. 1930’larda Komintern’in (reelpolitik) anti-“anti-faşizm” çizgisine bağlı kalan Almanya Komünist Partisi (KPD) sosyal demokrat iktidara karşı Nazilerle birlikte hareket etmişti (1932’de hükümeti istikrarsızlaştırmak için faşistlerle birlikte örgütlenen nakliye işçileri grevi hatırlanabilir). 1932 sonunda ekonomik buhran ülkeyi tarumar etmekteyken kendisi de faşizmin kurbanı olacak KPD lideri Ernst Thalmann hala daha sosyal faşizmin (kapitalist hükümet) nasyonel faşizmden daha tehlikeli olduğunu bildiriyordu meydanlarda. Almanya’daki demokrat güçler savaştan sonra girişilen uzun ve sancılı hesaplaşma ve yüzleşme sürecinde “anti-faşist siyaset”i ciddiye almayı öğrendiler.

Biz hesaplaşmanın ve yüzleşmenin neresindeyiz?

Hissettiğim öfke ve acıdan şimdilik çıkarabildiğim hayırlı bir şeyi paylaşmak istedim. Bir daha söyleyeyim: Bize lazım olan Hrant Dink veya milliyetçi şiddet hakkında daha fazla gazete yorum mesaisi değil, onun bıraktığı yerden somut mücadeleyi sürdürüp genişletecek, kolektif bir Antifa. Hükümeti ve devleti sıkıştıracak, gerekirse işlemez hale getirecek, tavize ve değişime zorlayacak, “sivil” zorbaların hareket alanını da mümkün olduğunca kısıtlayacak bir seferberlik.

 
  arama     rss-feed    bize yazın    harita metot    ENGLISH