körotonomedya > türkçe > theoria
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

Amsterdam Postası

Özgür Gökmen

I -- Hollanda Sağa Kayıyor

Bir "sirk kahramanı"nı çağrıştıran Pim Fortuyn'ın geçtiğimiz Mayıs ayında, üstelik tam da seçimlerden önce öldürülmesi Hollanda'yı sarsmıştı. Soluk siyaset hayatı birden canlanmış; seçim sonuçları ülkede kurulu düzeni altüst etmişti. Şimdi, Pim Fortuyn'un Listesi'nin (LPF) de ortak olduğu sağcı koalisyonun ancak 87 gün devam eden beceriksiz iktidarından sonra yapılan erken seçimin ardından her şey "normal"e dönmüş görünüyor.

1998'deki seçim sonuçları ile karşılaştırıldığında 150 sandalyelik parlamentodaki denge aşağı yukarı yeniden kuruldu.Varlığını Fortuyn'un karizmatik kişiliğine borçlu olan LPF dağıldı. Geçen seçimde, benzeri görülmemiş bir şekilde, hiç yoktan 26 sandalye kazanan LPF'nin şimdi 8 mebusu var. 22 sandalye birden kaybeden sosyal demokrat İşçi Partisi (PvdA) bunun 19'unu geri kazandı. 42 mebusla meclisin ikinci büyük partisi. Hatta seçimi önde bitirebilseydi, Hollandalılar'a özgü ilklere bir yenisini daha ekleyecekti. PvdA'nın başbakan adayı, II. Dünya Savaşı'nda yüzde 70'i "kaybedilmiş" Yahudi cemaatine mensup Amsterdam Belediye Başkanı'ydı! 44 kişilik grubuyla hükümeti oluşturma görevini üstlenmesi beklenen Hristiyan Demokrat Birlik (CDA) oy oranını artırdı. Mayıs 2002 seçimlerine göre oylarını artırmış olsa da 1998'e göre en büyük kaybeden, adı liberal kendi muhafazakâr, sağcı parti VVD. Üstelik ülkenin en büyük partisi olması bekleniyordu. Gene de parlamentoda iki buçuk büyük ve diğerleri --yeşil-sol (GroenLinks), sosyalistler (SP), liberal demokratlar (D66) ve iki küçük sağcı hıristiyan parti-- üzerine kurulu olağan istikrar durumuna geri dönüldü. Peki "normal" olmayan ne?

Partisinin esamesi artık okunmasa da Fortuyn'un hayaleti ortalıkta dolaşıyor. Öncelikle, kişilerin değil, sistemin aslolduğu Hollanda'da lider kültü ve bununla birlikte popülist retorik önem kazanmaya başladı. PvdA, geri kazandığı oylarının bir kısmını, Shell'de üst düzey yönetici olarak çalışırken Britanya'dan ithal edilen ve geçen Kasım ayında başkanlığa getirilen yakışıklı ve kravatsız yeni liderinin popülist ve medyatik başarısına borçlu. Amerikan modeli seçim kampanyaları ağırlık kazanmaya başlarken, parti programı okuyarak tercihte bulunan seçmenler bu alışkanlıklarını yavaş yavaş kaybediyorlar.

Ancak daha önemlisi, Hollanda'da yeni bir tür siyasetin giderek güçleniyor olması. Fortuyn'ın geleneksel siyasal düzene yönelik saldırgan tavrı belirleyiciliğini koruyor. Yarattığı hararetli tartışma sadece kamuoyunun zaten şikayetçi olduğu hantal bürokrasiyi hedef almıyordu. Fortuyn, bunun ötesinde, entegrasyon, göç ve önemsiz yasal sorunların hoşgörülmesi benzeri tabuların konuşulmaya başlamasına yol açtı. Sadece CDA ve VVD değil, PvdA da bu popülist retoriği kendisine mal etti. Hollanda'nın bir hoşgörü toplumu olduğuna dair alelade mit tartışılmaya başladı. Birçokları bu hoşgörü mitinin ikiyüzlülüğün kılıfı olduğunu görmek istemese de, içten içe bunun kayıtsızlığın mazereti olduğunu zaten kabul ediyordu. Hollanda'da tüm bunlar artık daha açık konuşuluyor. Bugüne dek siyasi doğruluk adına bastırılagelen ne varsa tartışma konusu olmaya başlıyor.

Seçim tartışmalarını belirleyen doğrudan Fortuyn'ın gündemi oldu: göç, entegrasyon ve güvenlik sorunu ya da kriminaliteyle mücadele. VVD'nin lideri kampanya boyunca Fortuyn'un göç karşıtı sloganını hiç çekinmeden kullandı: Hollanda dolu! Bunu söyleyen partinin aday listesinin tamamen beyazlardan oluştuğu düşünülmemeli. Afrika kökenli bir siyah olan en popüler kozları Ayaan Hirsi Ali'ydi. Küçük hanım Somali doğumlu. 1970'lerde Siad Barre rejimince hapsedilen bir muhalifin kızı. Mayıs seçimleri sonrasında PvdA saflarından devşirildi. Kendisini "eski müslüman" olarak tanımlıyor ve seçildikten sonraki gün ilk marifeti Hazreti Muhammed'in sapık olduğunu iddia etmek oldu! Böyle bir vitrin maymunu listede kendi önüne konduğu halde parti üyeliğini sürdürmüş olmasının nedeni pek anlaşılamayacak Türkiye kökenli bir kadının da VVD listesinden mebus seçildiğini hatırlatalım.

İktisat, sağlık ve eğitim politikaları açısından sağ (CDA, VVD) ile sol (PvdA / GL, SP D66) arasında hala ayrımlar olsa da, iki buçuk büyük partinin göç, entegrasyon ve iç güvenlik konusundaki gündemleri büyük ölçüde örtüşüyor. Göçmenlik koşullarının ağırlaştırılması, kimlerin siyasi mülteci olarak kabul edilebileceğine dair daha belirgin tariflerin yapılması, göçmenlerin geldikleri ülkeden evlenmelerinin yasaklanması ya da yeni gelecek eşin devama mecbur edildiği entegrasyon derslerinin bedelinin kendisinden alınması, vs. Göçmenlere ve genel olarak Hollanda'da ikamet eden yabancılara oturma izni verilmesine yönelik politika geçen hükümet döneminde halihazırda sertleştirilmişti. Yeniyıl itibariyle oturma izni almak için ödenmesi gereken meblağ iki kat arttırılarak 430 Euro'ya çıkarıldı. Elbette bu hakkı elde edebilene. Yabancılar polisinin izin verme sürecini daha da zorlaştırması konuşuluyordu. Yeni kurulacak hükümetin, koalisyon ortaklarından bağımsız olarak, bu konuda bir değişikliğe gitmesi de beklenmiyor. Her üç parti de güvenlik konusunda aynı şeyleri söylüyor: Kolluk güçlerinin ve gözaltı hücrelerinin arttırılması, müzmin suçlulara karşı sıkı önlemlerin alınması ve önleyici tedbir niteliğinde olduğunu iddia ettikleri polise gelişigüzel arama yetkisinin tanınması.

Tüm bunların Hollanda toplumunda günah keçisi olarak görülen "karakafalar" için ne anlama geldiğini sonraya bırakalım. Hollanda hala Belçika'nın Flaman bölgesinde belirginleşen faşist hareketten azade. Fortuyn İslam'ın ilkel bir din olduğu iddiasını çekincesiz bir biçimde telaffuz etti belki. Ama Belçika'da olduğu gibi henüz hiçbir müslüma "Çöle geri dönün," diyen mektuplar gönderilmedi. Gene de çok-kültürlü anlayış gittikçe güçten düşüyor. Partilerin isimleri değişmese de fikriyatları değişiyor. Vaktiyle kimlik taşıma zorunluluğu dahi olmayan bir ülkede Fortuyn tarafından telaffuz edildiğinde istisna olan önlemler, artık kural haline gelmeye başlıyor. Liberal medeni değerler ülkesi Hollanda giderek sağcılaşıyor.

26 Ocak 2003

II

Hollanda'da uzun sürecek yeni bir hükümet kurma dönemi henüz başladı. Seçimlerin ardından kamuyonu meşgul eden ilk tartışma, muhafazakar parti VVD'nin listesinden seçilen "eski müslüman" Ayaan Hirsi Ali'nin Hz Muhammed'i sapkınlık ve tiran olmakla itham eden beyanatı olmuştu. VVD lideri Gerrit Zalm, Hirsi Ali'ye "renkli patlamalar"ını kendisine saklamasını söylemekte çok da gecikmedi. Beklenen kınama, ülkedeki müslüman örgütlerin Hirsi Ali hakkında soruşturma açılmasını talep ettikleri günün hemen ertesinde geldi: VVD utanç duyuyordu. Parti, İsa, Muhammed ya da Buda çizgisini takip etmiyordu ve Hirsi Ali mebus olarak üstüne düşeni yapabilmek için bundan böyle şahsî fikirlerini bu şekilde ifade etmekten kaçınmalıydı.

Zalm'ın Hirsi Ali'yi partinin göçmen cemaatlerindeki imajını düzeltmek için transfer ettiği biliniyor. VVD'nin entegrasyon ve özgürleşme (azınlık hakları) sözcüsü olarak tayin edilmesi bekleniyordu. Ama herhalde daha ilk gün Hirsi Ali'nin çıkıp da Hz Muhammed'i Saddam Hüseyin ve Usame Bin Ladin'le mukayese edeceğini beklemiyorlardı. Parti içinden ve müslüman cemaatlerden yükselen muhalif seslerden sonra ne olacağı meçhul. Açıklamalarının ayrımcılığı yasaklayan kanunu ihlal ettiğine karar verilecek olursa, Hirsi Ali'nin aleyhinde dava açılacak. Muhafazakârlar şimdiden yanlış ata oynamış olmanın sıkıntısını yaşıyorlar.

Bu tartışma yavaş yavaş cazibesini kayberken gündeme oturan mesele Irak'a yönelik Amerikan müdahalesi. Colin Powell'ın BM'deki slayt şovu pek makbul karşılanmadı. Toplumun büyük bir çoğunluğu savaş istemiyor. BM onayı olsa dahi yüzde 72'lik bir çoğunluk ülkelerinin savaşa katılmasına karşı. Amerika BM desteği alamayacak olursa bu oran yüzde 89'a çıkıyor. Pim Fortuyn'ın Listesi seçmenlerinin yarısı, muhafazakarların yüzde 56'sı, hıristiyan demokratların yüzde 68'i ve solda yeralan parti seçmenlerinin yüzde 80'inden fazlası savaşa karşı. 15 Şubat'ta Avrupa'nın diğer birçok şehriyle birlikte Amsterdam'da düzenlenecek savaşa karşıtı mitingin hazırlıkları devam ediyor.

Hıristiyan demokratların Harry Potter'a benzerliği ile anılan liderlerinin geçen hafta W. Bush'a destek veren Avrupa liderlerinin gazete ilanına imza koymamış olması memnuniyetle karşılandı. Gene de başbakanlığının son dönemine denk düşen gözlerden kaçmış bir gelişmeyi hatırlamakta fayda var. Amerika, çıkaracağı savaşta istihdam etmek üzere her yerde Iraklı muhalifleri topluyor. Hollanda'dan devşirdikleri Iraklı sayısı 35. Sıcak çatışmaya girmeyecek, Amerikan askerlerine rehberlik ve tercümanlık edecek Hollanda'da mukim 35 Irak kökenli insan. Bunların Irak Ulusal Konseyi tarafından askere alındıkları iddia ediliyor. Ancak eğitimi verecek olan Amerika. Dünyanın dört bir yanından 3 bin Iraklı muhalif, güneybatı Macaristan'daki Taszar hava üssünde eğitilecek. Dikkat çekici olan, Hollanda'dan devşirilen Irak kökenlilerin bir kısmının henüz Hollanda vatandaşlığına kabul edilmemiş olmaları. Yani siyasi sığınma talebinde bulunup kamplarda akibetlerinin belli olmasını bekleyen "sıradan" mülteciler. Olağan koşullarda, bırakın ülke dışına çıkmayı, kampın bulunduğu şehirden dahi ayrılmalarına izin verilmeyen insanlar.

Belki de Hollanda, ne kadarından kurtulsak kardır, diye düşünüyor. Önceki hükümet mülteciler ve göçmenler konusunda ciddi bir başarı da elde etmiş aslında. 2001'de gelen 133 bin kişiye göre 2002'de bu sayı 11 bin azalmış. Merkezi İstatistik Bürosu'nun raporuna göre, eski sömürgelerden gelenlerin ve mültecilerin sayısındaki düşüş özellikle dikkat çekici. Sağcıların "dolu" olduğunu iddia ettikleri Hollanda yavaş yavaş boşalıyor. Başta Belçika ve Almanya olmak üzere başka ülkelere göçenlerin sayısında artış var. Doğum oranı yüksek olsa da yaşlı nüfus çok fazla ve bu insanlar bir ara ister istemez ölüyor. Göç azaldıkça nüfus artış oranı düşüyor. Ama şimdilik sorun yok. Çünkü hala beyaz Hollandalılar'ın yapmak istemedikleri işleri çok daha ucuza yapmaya gönüllü insanlar var. Geliyorlar. Doğu Avrupa'dan. Politikacılar "Hollanda dolu," diye esip üfürürken duvarları boyuyorlar. Polis her sabah bu insanları işe giderken görüyor. Nadiren müdahale edip mesela Bulgaristan'a geri gönderiyor. Bıçak kemiğe dayandığında geri geliyorlar. Şimdilik sorun yok.

6 Şubat 2003

III -- Operasyon Yaban Hindisi!

Hollanda'ya vekaleten hükümet eden sağcı koalisyon geçen hafta Türkiye'nin askeri destek talebine olumlu cevap verdi: Muhtemel bir savaş halinde Türkiye'nin güneyinin korunması için sahip oldukları dört Patriot bataryasından üçü Türkiye'ye gönderilecek. Aynı cömertliği Körfez Savaşı sırasında da göstermişlerdi. Hem sadece Türkiye'ye değil, İsrail'e de. Şimdikinin adı ne olur, bilinmez. Ama 1991'deki askeri desteğin adı, Operation Wild Turkey idi! Şimdi bunu "kızgın Türkiye operasyonu" diye mi çevirmeli? Yoksa, "operasyon yaban hindisi" mi demeli? Belki de en iyisi, en yalın karşılığını kullanmak: "Vahşi Türkiye operasyonu!" Hepsi uyar. Mana değişmez. Çok da önemli değil zaten. Ne de olsa, Avrupa'nın Türkiye'yi aslen nasıl gördüğünün böyle naif bir şekilde telaffuz edilmiş ne ilk, ne de son göstergesi bu isim.

Askeri destek kararıyla birlikte gündem birden kızışıverdi. Bu, hava durumu raporlarının ana haber bültenlerinden daha dolu olmasının olağan karşılandığı bir ülke için, olağanüstü bir vaziyet. Hıristiyan demokrat başbakan, bir Nato müttefikinin güvenlik talebine cevap verdiklerini, kabinenin bu yüzden karar almadan önce meclise öneri götürme ihtiyacı hissetmediğini söylüyor.

Hükümet, Belçika, Fransa ve Almanya'nın Nato'nun Türkiye'ye askeri destek vermesini veto etmelerini de eleştirdi. Fransa, istediği kadar, Türkiye'ye verilecek askeri destek, Irak'ta çatışmayı önlemeye yönelik diplomatik girişimleri baltalar, desin dursun. Hollandalı Hıristiyan demokratlara göre bu tavır, aptalca! Nüfusun büyük çoğunluğu savaşa karşı olsa da, hükümet Bush yönetiminin ağzından konuşmaya bayılıyor: Bu veto, Avrupa'nın Ortadoğu'daki istikrar kaygısıyla uyuşmuyormuş... Ee, Hollanda'nın Britanya'dan neyi eksik? Hıristiyan demokratlarla muhafazakarlar Türkiye'nin Nato çerçevesi dışındaki talebini karşılamakla kalmadılar. Nato'nun da askeri destek sağlamasını istiyorlar.

Yeni hükümette hıristiyan demokratların koalisyon ortağı olması beklenen sosyal demokratlara gelince... Kıvırıyorlar. Önce partinin dışişleri sözcüsü, Nato'nun Türkiye'ye vereceği desteğin savunma amaçlı olup olmayacağına karar vermek istediklerini söyledi. Dergiler, muhtemel bir savaş halinde Türkiye'nin Kuzey Irak'a gireceğine dair çarçaf çarsaf haber yapıyorlar. Sonra partinin yakışıklı lideri çıkıp hükümetin Türkiye'ye Patriot gönderme kararını eleştirdi. Irak'a saldırılmasına destek vermeye yönelik aceleye getirilmiş kararların koalisyon müzakerelerine sekte vuracağını ima etmeyi de ihmal etmedi. ABD'ye ek askeri destek verilmeden, BM'nin baş silah denetçisinin raporu beklenmeliymiş. Aksi bir tavır, savaş mantığını güçlendirirmiş. Fakat en "şık" açıklama, bunları duyan başbakanın, hayretler içinde, geçen hafta böyle demiyordun; Türkiye'ye askeri destek kararına eyvallah demiştin, beyanatından sonra geldi: Ben başbakanla konuştuğumda, Türkiye'nin kendisini korumak için aynı zamanda Nato'dan da destek talep ettiğinin farkında değildim(!). Şimdi biliyorum ve hükümet orkestra çalmaya başlamadan dansa kalkmasın, diyorum. Bırakalım karar Brüksel'den çıksın.

Hıristiyan demokratların kendi içinde de sıkıntı yaşanıyor. Dışişleri bakanı son karar mecliste, derken; başbakan bir hafta içinde ikinci kere, meclise danışmak mecburiyetinde değiliz, karar kabinenindir, dedikten sonra meclis acil bir toplantı yaptı. Skor: 91-59. Sonuç: Meclis, hükümetin Türkiye'ye 370 asker ve Patriot bataryaları gönderme kararını destekliyor. 59 oy, karara muhalefet eden soldan: sosyal demokratlar, yeşil-sol ve sosyalistler. Eski liderleri, hükümetin meclis çoğunluğunun desteğini aramadan karar vermekle siyaseten ve anayasal olarak hatalı davrandığı söylese de, küçük bir sosyal (bazılarınca liberal) demokrat parti olan D66 da sağcılarla birlikte hareket etti.

Hollanda'nın donuk "resmi" siyaseti böyle renklenmişken, 15 Şubat'ta Amsterdam'da düzenlenecek savaş aleyhtarı mitingin hazırlık çalışmaları devam ediyor [www.wereldcrisis.nl]. Dam Meydanında yapılacak mitingi örgütleyen 200'ü aşkın gruptan birisi de Hollanda da yaşayan Amerikalılar. Mitingi önceleyen ilk eylem de geçen hafta içinde yaşandı: Silahlanma aleyhtarı bir grup Irak'taki muhtemel savaşı protesto etmek için Eindhoven yakınlarındaki Nato havaüslerinden birinde toplandı. Protestocu hanımlardan biri üç tane çanak kırmış! Kap kacak değil ama. Amerikalıların bu askeri üstteki nükleer silahlar hakkında ABD ile haberleşmesini sağlayan antenler kırılan! Bu ülkede böyle şeyler olabiliyor. Ajax-Feyenoord taraftarlarının kapışması için saha tahsis eden, arbedede kırılıp dökülen otobüs durakları için özel bütçesi olan resmi makamlar için üç çanak mühim olmasa gerek.

Protestoya, hatta sivil itaatsizliğe razı Hollanda. Yeter ki muhalefet radikalleşmesin. Şimdi Amsterdam'daki en büyük eğitim kurumu olan Bölgesel Eğitim Merkezi (Roc), müslüman öğrencilerin "radikalleşme"sini engellemek için sınıflara sosyal rehber sokmaya hazırlanıyor. Rol modeli olarak seçilenler sosyal rehberler, Fas kökenlilerin yaşadığı mahallelerin önde gelen erkekleri, ya da aynı kökenden gelen meslek eğitimi almış başarılı öğrenciler. Öneriyi destekleyen Amsterdam Belediyesi'nin başkanına göre vaziyet, "belirgin bir radikalleşme" arzediyor. İşte örnekler: Roc geçenlerde okula peçe (türban, başörtüsü değil; peçe!) ile gelinmesini yasakladı. Bu sebeple dört öğrenci hala derslere girmiyor, tartışma devam ediyor. Geçen hafta biri Roc'ta öğrenci iki Amsterdamlı gencin sözüm ona cihada katılmak üzere Çeçenya'ya doğru yolda olduklarına dair yayılan haberler. Öğrenci olan 29 Ocak'ta okulda yokmuş! Roc, son derece olumlu bir tavır sergileyerek, bir öğrencisini kriminalize etmeye yönelik çabalara katkıda bulunmayı reddetmiş; meseleyi geçiştirmişti. Çocuklar evlerine geri döndüler. Eğitim merkezini kaygılandıran en büyük mesele ise, bir yılı aşkın bir süredir, müslüman öğrencilerden bir kısmının kendilerini Filistinli, Çeçen ve Iraklı savaş kurbanlarıyla özdeşleştirmeleri. Ve bu sürece koşut giden bir şekilde batı aleyhtarı fikirlerin müslüman öğrenciler arasında güç kazanması.

Hollanda'nın resmen desteklediği Irak'a yönelik bir Amerikan saldırısının, batı aleyhtarı fikirlerin güçlenmesine kazandıracağı ivmeyi sosyal rehberlerin tersine çevirip çeviremediğini göreceğiz.

13 Şubat 2003

IV

Amsterdam'daki savaş aleyhtarı mitinge katılım birçoklarını epey şaşırtmışa benziyor. Sadece Amsterdam Belediyesi değil, tertip komitesi de katılımcı sayısının 10 bin ile 30 bin arasında olacağını tahmin ediyordu. Oysa 15 Şubat günü Dam Meydanı'nda toplananlar 70 bin kişiyi buldu. Bu sayı, aynı gün Avrupa'nın Londra, Roma, Berlin gibi şehirlerinde bir araya gelen yüzbinlerle mukayese edildiğinde önemli görülmeyebilir. Fakat yakın zamana kadar siyasetin sönümlenmeye yüz tuttuğu Hollanda için önemli. Bu denli katılım sağlayan son mitingler 1980'lerin başlarında yaşanmış.

Siyasi partilerden yeşil-sol ve sosyalistler meydandaydı. Sosyalist Parti lideri Marijnessen yaptığı konuşmada, öncelikli olarak Irak halkı zarar göreceğinden, savaşı istemediklerini, fakat aynı şekilde Saddam Hüseyin'e de karşı olduklarını söyledi. İyi ki de söyledi. Zira, Britanya'da olduğu gibi burada da şahinlerin 15 Şubat eylemine yönelik en büyük eleştirisi, savaş aleyhtarlığının alternatifsizliğe meylederek, Irak hükümetinin cari politikalarını haklı kılması. ABD hükümeti ve yandaşları, savaş aleyhtarlığını kaba bir yatıştırma politikası olarak görmek ve göstermek istiyorlar. O yüzden de sürekli 1939'a, II. Dünya Savaşı öncesinde Britanya'nın Almanya'ya yönelik yatıştırma politikasına atıfta bulunuyorlar.

Hıristiyan demokratlarla koalisyon arayışını sürdüren sosyal demokratlar ise evlerinde kalmayı tercih ettiler. Mitinge katılanlardan bir kısmı üstünde partinin medyatik lideri Bos'un vesikalığı olan bir pankart taşıyorlardı: "Bu adamı gördünüz mü?" 1980'lerde silahlanma aleyhtarı protestoların öncülerinden biri olan PvdA artık uslanmışa benziyor. Yoksa, parti artık daha pragmatik bir anlayışa sahip görünüyor mu demeli? Zira, BM kararı olmadıkça savaşa evet demeyecekleri ilan eden sosyal demokratlar, bir yandan savaş aleyhtarı mitinge katılmıyorlar. Öte yandan, parti lideri mitingden sonra çıkıp hıristiyan demokratlara, eğer Amerikan önderliğindeki savaşa birlikte karşı çıkmazsak, kuracağımız hükümet muteber olmaz, diyor.

Amsterdam mitinginde çok çarpıcı bir pankart yoktu. Fakat savaş aleyhtarlığı mitingle sınırlı kalacağa benzemiyor. Ne denli işe yarar bilinmez. Ama işte bugünlerde görülen afişlerden biri: Barış[ı kurtarmak] için savaş, bekaret[i korumak] için seks!

20 Şubat 2003

 
  arama     rss-feed    bize yazın    harita metot    ENGLISH