|
||||||||||||||||||||||||||||||||||
Hepimiz AzınlığızPınar ÖğünçAnnem şimdiye kadar hiçbir siyasi partinin mitingine gitmedi, hiçbir şeyi protesto etmek için sokağa çıkmadı. Söze geldiğinde sosyal demokrat bir kişi olmasına rağmen, sektirmediği her seçimde oyunu, "Aman bölünmesin" diyerek sağ partilerden birine attı. Darbe sonrası 1982 cunta anayasası oylanırken, kendini "Evet" demek mecburiyetinde hissetti, çünkü "ortalık çok karışmıştı". 19 Ocak'ta Hrant Dink gazetesinin önünde vurulduğunda annem beni arayarak çocukluğunun geçtiği Ortaköy'deki Ermeni arkadaşlarını anlattı, o gün hâlâ bağını koparmadığı Ermeni arkadaşlarına taziye telefonu açtı. Annem, "yapmazsam içim rahat etmeyecek" diyerek hayatında ilk defa bu ülkede yutamayacağı bir şey için sokağa çıktı, tek başına Hrant Dink'in cenaze arabasının arkasında kilometrelerce yürüdü. Cenazenin kaldırıldığı 23 Ocak Salı sabahından akşamüstü vakitlerine kadar ellerinde "Hepimiz Hrant'ız, Hepimiz Ermeniyiz" pankartlarıyla yürüyen yüz binden fazla insanın arasında çok anne vardı; gördük. Hatta bir tanesi, bir televizyon kamerasına, ağlayarak "Bir anne olduğum için geldim. O vuran çocuğu bu ülkenin bir annesi yetiştirdiği için, anne olarak utandığım için geldim" diyordu. Bu ülkede ne faili meçhul cinayetleri, ne işkence, tecrit haberlerini, ne "Hayata Dönüş" operasyonlarını, ne terör masallarını sineye çekmiş çok anne baba, o salı gün hayatlarında ilk defa bu ülkenin vatandaşı olduklarını hatırlatmak için sokağa çıktı. Önceden alınan kararla slogan atılmayacak, sessizce yürünecekti. Öfkesini zaptedemeyenlerden bir "katil devlet" sloganı çıktığında örneğin, o anneler, o babalar, çocuklarını azalarlar gibi neredeyse, "Şşşşt" diyorlardı; o kadarı fazla gelirdi. Cenaze töreni sırasında, Hrant Dink'in eşi Rakel Dink'in zihinlerden güç silinir konuşması, kırık Türkçesi, titrek sesiyle "Bunları yazmak zor oldu sevgilim! Sevdiklerinden, çocuklarından, torunlarından, bizlerden, kucağımdan ayrıldın, ülkenden ayrılmadın sevgilim" deyişi çok insanda tutulacak gözyaşı bırakmadı. Ancak cinayet gecesi sözleşmiş gibi evlerinden fırlayıp Agos gazetesinin önünde toplanan üç bin kişilik kalabalığın ses tonu daha sertti. Ağlayan azdı, gördüğünüz her çift göz öfkeden yuvalarına sığmaz olmuştu. Kalabalık "İşte devlet, işte soykırım" diye bağırıyordu, "Soykırım devam ediyor" diyordu. İnsanda miladi bir gece duygusu uyandırıyordu, ki baskı saatlerini geciktirmiş bütün büyük gazetelerin muhabirleri, televizyon kanallarının canlı yayın araçları, Agos'un önündeki kalabalık iki basamaklı sayılara inene kadar ayrılamadığına göre aynı his gazete genel yayın yönetmenlerinde, televizyon yöneticilerinde de vardı. Bir şeyler oluyordu. Ertesi gün "aşırılığı" malum bir iki küçük gazete dışında, büyük basın istisnasız bir Hrant Dink güzellemesine girişti. Yeni Türk Ceza Kanunu'nun 301 maddesi uyarınca "Türklüğü aşağıladığı" hukuken tescillenmiş bu adam, karar öncesi bir canlı yayında gözleri dolarak "Bu ülkeyi bırakıp da nereye gideyim? Gitmesem komşumun yüzüne nasıl bakayım? Türkleri aşağılamış bir insan olarak sokakta bana dönen yüzlere ne diyeyim?" derken esirgedikleri lafları, ölünün arkasından riyakâr bir "Hrant Dink'in vatanseverliği" edebiyatına saklamışlardı demek... "O üç kurşun Türkiye'yeydi", her şey olabilirdi, yine Türkiye üzerinde oyunlar oynanıyordu. Utanmadan Eurovision şarkı yarışması, Galatasaray'ın UEFA şampiyonluğu, hatta güney sahillerinde otellerin yatak kapasitesinin artması haberlerini verirken kullandıkları "Türkiye'nin imajı" isim tamlamasını sürdüler yine manşet altı yazılarına. Birilerin Türkiye'nin imajını zedelemek istiyordu, Türkiye vurulmuştu. 2 Temmuz 1993'teki Sivas Katliamı için Süleyman Demirel bunun "münferit" bir olay olduğunu söylemişti zamanında. Türkiye iç politikası, zaman içinde değişen, ama her vakanın "münferit" olduğuna inanmak ve inandırmak isteyen politikacıların resmi geçididir biraz. Hele Dink'i vuran henüz reşit olmamış bir "psikopat" çıkınca, nasıl da yakıştı yine "münferit" sıfatı... Başta, bu çocuğun nasıl "psikopatlaştığı", zamanında "psikopatlaştırılmış"abileri tarafından yetiştirildiği, sicilinin kötülüğünden bahsi çok geçen Trabzon'un bir şehir olarak nasıl "psikopatlaştığı" bilinmiyordu. O kurşun Türkiye'ye değil, Hrant Dink'in ensesineydi. O münferit bir olay değildi, kaldı ki bir insanın tek canı vardı. Aslında bütün Türkiye'nin "psikopatlaşmış" şehirlerle dolduğu konuşulacak mıydı? Aslında her şeyin birbirine bağlı olduğu, senelerin devlet politikalarının görünenin görünmeyen dehlizlerinde, diyelim 37 kişinin bir otelde diri diri yakıldığı Sivas'la, rahip vuran, bildiri dağıtan TAYAD'lıları (Tutuklu ve Hükümlü Aileleri Yardımlaşma Derneği) güpegündüz linç eden çocuklar çıkartan Trabzon'u dipten ve derinden birleştirenler konuşulacak mıydı? Hrant Dink'in katili Ogün Samast, bir nebze pişmanlık emaresi göstermeden, bilakis kahraman edasıyla neden bu işi yaptığını anlatırken, internette okuduğu Dink'in bir yazısına çok sinirlendiği söylüyordu. Muhtemelen tamamını değil, üzerine çıkmış yorumları okuduğu bu yazı, olay ardından timsah gözyaşlı beyanatlar verip, 32 saatte katili yakalayarak vicdanını temizlediğini sanan devlet erkânının TCK'nın 301. maddesi uyarınca Dink'i yargıladığı yazıydı. Hrant Dink özellikle hedef gösterilmiş, aldığı tehditlere rağmen koruma tahsis edilmemiş, aldığı tehditlerin çoğu ciddiye bile alınmazken, 2004 yılında bizzat İstanbul vali yardımcısı tarafından "gayrıresmi" olarak ayağını denk alması gerektiği söylenmiş bir insandı. Eşi Rakel Dink "Çok dedim, gidelim buralardan, dinlemedi" diye ağlarken, onu kim neye ikna edebilir artık. Sağlığında "Evet gözümüz var toprağında bu vatanın. Ama koparıp götürmek için değil, en dibini gömülmek için" demiş bir adamın eşini hangi adalet yatıştırabilir? Daha cinayetin üzerinden bir hafta geçti, ilk gün "Katil Vatan Haini" manşeti atmış Hürriyet Gazetesi'nin başyazarı Ertuğrul Özkök (ki kendisinin en yakın arkadaşı Bild gazetesinin yayın yönetmeni Kai Diekmann'dır) 27 Ocak itibarıyla "İnsanların milliyetçilik duygularını ırkçılıkla suçlamayın. Göğsümü gere gere söylüyorum. Ben de milliyetçi bir insanım. Ayrıca Türklüğümle gurur duyuyorum" noktasına gelmişti. Ne kadar mühimse, katil yakalanana kadar 32 saat içinde 6 saat uyuduğunu söyleyen Başbakan Tayyip Erdoğan, cenazede Türkçe, Ermenice ve Kürtçe yazılmış "Hepimiz Hrant'ız, Hepimiz Ermeniyiz" pankartlarını "çok can sıkıcı" bulduğunu söyledi aynı gün. Başbakan yardımcısı ve Dışışleri Bakanı Abdullah Gül, 301. maddede değişiklik yapılması gerektiğini söylediği günün ertesinde dış basına fazla haber olunca, belki artık bir şey yapmanın farz olacağı endişesinden çark etti. Yine 27 Ocak tarihli gazetelerde Gül'ün NATO Konseyi toplantısı için gittiği Brüksel'de AB'li meslektaşlarıyla 301 üzerine özellikle görüşmediği haberi vardı. Gerekçe: "Bu bizim kendi içimizi ilgilendiriyor. Dışarıdan biri telkin ediyor diye asla yapmıyoruz. Dışarıdan birinin telkini bazen zorlaştırıyor siyasi reform sürecini. Biz biliyoruz ne yapacağımızı". Hrant Dink'in uğurlanışı ayrıcalıklı oldu, fakat bir milad olmayacak. Cenazesinde 100 bin kişi mi toplandı, o gün İstanbul'a gelememiş belki bir yüz bin daha vardır tüm Türkiye'de. Nüfus kağıtlarında yazan tabiyetleri dışında hayatta gurur kaynakları olan bu aslında bir avuç insan için en mânâlı slogandır belki de "Hepimiz Azınlığız". Hakkımız hukukumuz kağıt üzerinde vardır, ama onlar çoklar! Jungle World 5, 31 Ocak 2007 |
||||||||||||||||||||||||||||||||||
|