|
||||||||||||||||||||||||||||||||||
Toni Negri: Ne Yârdan, Ne Serden...Emrah GökerMeraklanmak yeğdir on bin tane melek Bir iğnenin başında dans ederken Sıkış tepiş hissederler mi diye, gelmiş midir acaba demeye Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ordularının Sırplar'a asla unutamayacakları bir ders verme vakti Saraybosna'da Arşidük Franz Ferdinand'ı vurdukları için[1] Büyülü olanın dünyasına hicret etmiş değilim.[2] Bir pürüzsüz uzamın bizi kurtarmaya yeteceğine asla inanma.[3]
Tartışmaya Dâvet[4] Lafı evirip çevirmeden merâmımı anlatayım hemen. Burada "Toni Negri düşüncesinin ABC'si" türünden ayrıntılı bir tanıtım incelemesine girişmiyorum.[5] Tekrarlamamayı umduğum bir şey daha var: Yanlış gözlemlemiyorsam eğer, Türkiyeli muhalifler arasında İmparatorluk'un tartışılması ağırlıkla mevcut politik mevzilerin Hardt ve Negri'nin tezlerine karşı hiddetle savunulduğu bir zemin üzerinden oldu.[6] Yapılagelmiş eleştirilerle (birazdan görüleceği gibi) paylaştığım bir çok husus var. Ancak "sabit fikrin doğrusu"na[7] sahip olduğunu düşünen yorumcuların otonomist Marksizm'in (İmparatorluk ile başlayıp Çokluk ile bitmeyen) birikimi ile muhabbet kurmak istemeyip konuşmayı düşmanın mağlup edilmeye çalışıldığı bir polemiğe indirgemeleri bence yıkıcı bir yaklaşım. Daha anlamlı bir tartışma açabilmek umuduyla bu yazıda önümüze üç başlık altında (türetmecilik, politik ekonomi, egemenlik) bazı meseleler sererek Negri'yi (ve ilgilenen herkesi) içeri buyur etmeye niyetliyim. Bu tasaları, Negri hakkında kallâvî metakuramsal kelâmlar etmek, soyutlama semâlarında süzülmek amacıyla seçmedim. Onun önerdiği muhalefetin bizim buralardan küresel ve yerel muhalefeti kuruşumuza ve araştırma dertlerimize hayrı dokunabilir mi, neden ve nasıl, merak ettiğim budur. Mücadele ve gerçeklik ile teması kesmeden kuramı ve araştırmayı ele alma yatkınlığını tasaların birincisi olarak koydum. Burada Negri'nin kavram yaratımı alışkanlıklarına sirâyet eden, adına türetmecilik diyeceğim bir eğilimden bahsedeceğim. Bu, metakuramsal kabullerin rehberliğinde üretilen kavramların bir süre sonra taşlaşıp kendilerini olguların sorgulamasına açmaktansa uygunsuz bir gerçeklik kurgusunu türetmeye meyletmelerine tekabül ediyor aşağı yukarı. Türetmecilik sorununu felsefî açıdan enteresan bir tartışma olduğu için önemsemiyorum, bilakis sorunu günümüzde kapitalizmin hallerini açıklamak ve bu hallerin devâsı için eylem formları önermek açısından değerlendirmek gerekiyor. Kuram fetişizmini tartışmanın, Negri'nin komünizmi bir tarafa, Türkiye'de entelektüel üretim alanının arızalarıyla yüzleşmenin de önünü açacağı fikrindeyim.[8] Bu meyânda türetmecilik sorunu post-yapısalcılarla karşıtlarının, realistlerle anti-realistlerin saflaştıkları bir metakuram sorunu olmaktan çok,[9] akademi alanının sosyolojisiyle ve politika yapma olanaklarıyla ilgili, yeri geldiğinde Marksist, kurumsalcı, neo-klasik, pozitivist, vs. yorumculara da musallat olan pratik bir sorundur. Tasaların ikincisi Negri'nin 35-40 yıldır yaptığı (tutarlılık arzettiği gibi hayli başkalaşmış da olan) analizlerinin temel nesnesine, "politik ekonomi eleştirisi"ne dair. Kuşkusuz birinci tasanın bıraktığı yerden tartışmayı sürdüren, onunla ilişkili bir tartışma konusu bu, zira Negri'nin anti-kapitalist analizlerindeki sorunların izi onun kavram yaratımı alışkanlıklarına dek sürülebilir. Burada bütün konu başlıklarını ele almam mümkün olmadığından pragmatik davranıp aklıma daha sık takılmış olan iki ana tema üzerinden tartışmayı ilerletmeye çalışacağım. İlk olarak 1970'lerin sonlarından bugüne Negri'nin anlattığı "küresel kapitalizmin dönüşümü" hikayesini[10] ve bu hikayenin Negri açısından olgunluğa eriştiği İmparatorluk tezini ele alıyorum. Ardından da bu tezin kurucu unsurlarından biri olan gayrimaddi emek temasını ve Negri'nin bununla ilişkili Grundrisse okumasını soruşturacağım. Son olarak da (yine, Negri'de diğer iki konuyla içiçe sarmalanmış olan) egemenlik konusunda, biraz karanlık sulara açılmak pahasına, bir tartışma önereceğim. Özellikle 11 Eylül katliamlarından sonraki gelişmelerle meseleye entelektüel ilgi artmış görünüyor. Ancak çoğu zaman saf kuramcı konumlardan Agamben, Derrida, Benjamin, Schmitt referanslarının ordan oraya savrulduğu, ne gerçek kurumsal süreçleri doğru dürüst açıklayan, ne de (örneğin Negri'ye tezâtla) muhalefet adına bir dert sahibi olan yazılara rastlıyorum.[11] Türkiye'de ulusal egemenliğin faşist, İslamcı, burjuva-demokratik, militarist, Atatürkçü, kurumsalcı-kalkınmacı, Stalinist vs. formlarda, politik olanın yerel kuruluşları üstündeki hâkimiyeti altında bu mefhumdan bir şeyler kurtarmak, onu daha özgürlükçü bir hatta, birlikte kurmak (con-stitutio) mümkün müdür? Ya da, (Hardt ve) Negri'nin, Üçüncü Dünya mücadelelerine yeterince ilgi göstermeden yaptığı muhalefet çağrısı, egemenliğin İmparatorluk denen bir şeye devredildiği ve direnişin kurucu gücünün de bu devirde yattığı tespiti midir bize rehberlik edecek? Dört başı mâmûr bir metin olmayacak bu. Gözettiğim şey bir tartışmaya dâvet olduğundan, zorlama bir dille muhtemel tüm eleştirilere karşı aşılanmaya çalışılan skolastik bir anlatıdan uzak durmaya çalıştım. Negri'nin yanıldığını düşündüğüm yerlerde daha açık olmaya özen gösterdim yine de. Tartışmanın bir bakıma, bazı çetrefilli meseleleri gündeme taşımak için Negri'yi bahane etmek istediği de söylenebilir. Öne çıkan aydın figürlerini "kahraman bireyler" olarak allayıp pullayıp ululaştıran, başlarına hâleler konduran "alan etkisi"ne karşı meseleleri önemsediğim için, bunu sorunlu bulmuyorum. Bir: Türetmecilik Kuramsallaştırma pratiği hakkında Negri üzerinden (ki sorun onunla başlayıp biten bir sorun değildir) dertlenmekle maksadım bilgi ve varlıkla ilgili önermelerle uğraşmaya toptan muhalefet etmek değil. Yaratılan kavramlar ve onları birbiriyle konuşturarak üretilen bilgi iddialarının ele alınan açıklama nesneleriyle kurduğu ilişkiyi önemsiyorum burada. Bana rehberlik eden, Vivek Chibber'ın şu çok yerinde tespiti: "[Emperyalizmin çalışılmasında] gerçek analitik iş saf kuram inşaatı değil, tarihsel ve kurumsal - bazen 'orta-düzey' de denen - kuramsallaştırmadır. Modern emperyalizmin analizinin, genelleştirilmiş bir olgu olarak ele alındığında, yeni kuramsal kavrayışlar tedarik etmesi pek olası değildir; ama aldığı biçimler, yayılma temposu, onu kurmak için kullanılan araçlar ve belirli dönemlerde dayandığı sınırlar - asıl hareket buralardadır."[12] Negri'de "türetmeci" dediğim eğilim, nesnelerini araştırma pratiği içinde inşa etmek, olguları kavramlarıyla bu pratik sâyesinde yüzleştirerek kazanmak,[13] yapılmış ampirik çalışmalarla konuşmaya çalışmak yerine nesnelerini ontolojiden türeten bir eğilim. Burada "türetme"yi (derivation, Abstammung) daha doğru karşılayan mefhumun "istihraç" olduğunu düşünüyorum. İstihraç "bir şeyin içinden diğer bir şeyi çıkarma" anlamını daha iyi veriyor. Negri'nin "ne yârdan, ne serden" vazgeçmek istemesiyle ilgili bir gerilime de tekabül ediyor ondaki bu eğilim: Bir taraftan ("ser"?) 1970'li yıllarda o ve yakınındaki birkaç komünist Potere Operaia (İşçilerin Gücü) dergisine geçtikten sonra sağlamlaştırdığı (diğer hiziplerden farklı olan) otonomizm versiyonu, Batı Avrupa ve ABD kapitalizmlerinin (özelde de İtalyan refah devletinin) o dönemki kriziyle ampirik bir ilişki içinde ve zorlu işçi mücadelesinin ortasında şekillenmişti. Bugün her ne kadar Negri için "işçicilik ölmüş"[14] ise de o dönemin analitik araçlarının önemli bir kısmını muhafaza ettiğini düşünüyorum. Diğer taraftan ("yâr"?) ağırlıkla İtalyan solunun 1979-1980 yenilgilerinden (neticesinde otonomistlerin çoğunun entelektüel üretime çekilmesinden) sonra[15] kendi otonomizmine yaptığı Spinozacı aşı[16] ve 1984'ten sonra Gilles Deleuze ile kurduğu metakuramsal ittifak, bana kalırsa, Negri'yi bu türetmeci yatkınlığa sevketti iyiden iyiye.[17] Dolayısıyla çözümlemeleri, giderek Marksist ve Eleştirel Kurumsalcı araştırma külliyâtının sunduğu politik ekonomi çalışmalarından, somut kurumsal süreçlerin analizinden, hâttâ Güney'in sosyal adalet mücadelelerinin tecrübelerinden uzaklaşarak nesnelerini ("İmparatorluk", "çokluk", "pürüzsüz uzam", "aşk", vb.) yeni-Spinozacı bir kurtuluş ontolojisinden istihraç eder oldu. Hardt ile beraber yazdığı İmparatorluk ve Çokluk Negri'nin geçmiş mücadele ve düşünce birikiminden radikal bir kopuşu değil ama bu metakuramcı eğilimin baskın hale gelişini belgeliyor. Bize küresel kapitalizmin "yeni" dinamikleri hakkında tamamen felsefî bir hikâye anlattıklarını söylemiyorum, özellikle Çokluk'ta "arada kalan şeyler"[18] ile daha yakından ilgilenen bir özeleştiri denedikleri hatırlatılabilir. Ancak 21. yüzyılın kavgası için ihtiyacımız olduğunu söyledikleri yeni kavramların üretimi tamamen yeni olanı tercüme gücü olduğuna imân edilen ontolojiye tahvil edilmiş durumda. İstihracâtın (türetmecilik) Negri'yi, Marx'ın komünizmine daha yakın bir yatkınlık olan istidlâlâttan (delil getirerek tartışmak, delil göstererek anlamak) uzaklaştırdığını bir sonraki bölümde politik ekonomi meselesini tartışırken göstermeye çalışacağım. Devamla, kavram yaratımı hakkında Deleuze ve Guattari'nin birlikte yazdıkları son kitapta[19] yaptıkları önemli tespit, bastıkları felsefe zemini tartışmaya açık olsa da, hatırlatılabilir: Kavramları ontolojinin gül yüzü hatırına değil, bize "devâ!" diye bağıran meselelerle konuşmak, ilgili olayları ve süreçleri belirlemek, sorunsallaştırmak ve ifşâ etmek için yaratırız. Daha "başarılı" olan kavramlar ve önermeler, bin dereden su getirmeden, kelâm-dışı süreçler, duygular, dinamikler, mücadelelerle, özetle dışarısı ile samimî bir ilişki içindeyken üretilir. Negri'nin dünyanın değişik yerlerinden yükselen isyan çığlıklarının ve örgütlenme çabalarının ortak muhalif hatlarını önemseyerek, mücadeleye katkıda bulunmak gönüllülüğü ile yazdığından kuşku yok. Ancak "[ç]okluk İmparatorluğu var olmaya çağır[ır]"[20] gibi türetmeci önermeler, ispata değil de vahye dayalı bir mantıkla nesnelerini icât ediyorlar. Böyle bir açıklama tarzının Talcott Parsons ve Paul Lazarsfeld gibi sosyologlara sirâyet etmiş "gösterişçi kuramcılık" eğilimine de benzediğini düşünüyorum. Bu tür bir nesnelcilik kuramsal bilgi ile pratik bilgi arasındaki bağı koparıyor; her şeyi topyekün açıklamaya çalışan, ama nihâyetinde eyleyiciler arasındaki ve onlarla yapılar arasındaki rabıtanın hesabını veremediği için çok az şeye ışık tutabilen toptancı bir kozmoloji üretiyor.[21] Negri'de küresel kapitalizmin ve ona direnişin güncel analizinin böyle bir kozmolojiye kapatılma eğilimi, istihracın az kullanılan başka bir karşılığı olan "fal bakma, yıldızlardan mânâ çıkarma" üzerinden de düşünülebilir. Örneğin feminist bir okuma yapan Lee Quimby,[22] İmparatorluk'taki mehdîci/binyılcı hattı tartışırken, Hardt ve Negri'nin peygamberî dilinde çokluğun çarmıhının militan yoksullara, göçebelere, yeni barbarlara taşıtıldığına dikkat çekiyor. Quimby'e göre çizilen bu portre sadece göçmenlikle ilgili bir "devrimci durum" işâret etmekten uzak gerçeklere haksızlık etmekle kalmıyor, metnin bütününe işlemiş, yoksulluğun kadınsılaştırılması eğilimine duyarsız kalan bir cinsiyet-körlüğünü de yansıtıyor. Bill Maurer[23] de bu Spinozacı kozmolojinin dayattığı teodezinin[24] çoklu belirlenimlere, iniş-çıkışlara, diyalektik çekişmelere kapalı içeriğini eleştiriyor.[25] Kanımca "gösterişçi kuramcılık" Negri'de yoğunluğu değişen bir eğilim olduğu kadar, Türkiye'deki entelektüel üretimde de yüzleşilmesi[26] gereken bir yatkınlık olarak ele alınmalı. Bunun çokça eleştirildiği gibi sadece bazı post-yapısalcı, anti-realist ve/ya anti-temelci çerçeveler kullananların değil, araştırma dertlerinden iyiden iyiye uzaklaşmış, politika yapma mecralarıyla bağlantısını kopartmış pek çok entelektüel üreticinin de sorunu olduğunu düşünüyorum.[27] İki: Politik Ekonomi Eleştirisi Girişte belirttiğim gibi Negri'nin temel ilgisi olan politik ekonomi eleştirisini burada çok sınırlı bir çerçevede tartışıyorum, ama umuyorum ki buraya taşıyamadığım meselelerin de (Negri'nin değerlenme veya sınıf kompozisyonu üzerine yazdıkları gibi) ucuna bağlanabileceği hususlara değineceğim. İmparatorluk Tezi İmparatorluk'ta bize sunulan tezi hazırlayan, küresel kapitalizmin dönüşümü ile ilgili kurucu argümanlarını ele almalı önce. Aslında Negri'nin yirminci asrın son otuz yılı hakkındaki analizi basitçe safhacı: Küresel kapitalizmin 1970'lerdeki krizinin aşılması, Negri'ye göre, eylemliliği tehdit edici boyutlara varan emeğin sermayeye gerçek tâbiyetinin, refah devleti formunun bozunuma uğratılmasının ve piyasa entegrasyonunun ulusötesi düzlemde gerçekleşme sürecine girmesiyle olur. "Kitle işçisi"nden "sosyal işçi"ye, "Fordizm" denen bir rejimden bunun "sonrası"na niteliksel geçiş. Negri'nin 1980'lerde giriştiği bu analiz İmparatorluk'ta son safhasına intikal eder: Klasik emperyalizmin sermayeye giydirdiği "deli gömleği"nin çıkarılması, emperyalizm-ötesi bir döneme girilmesi ve "sosyal işçi"nin "çokluk"a dönüşümü. İmparatorluk tezini kuran bu safhalar tezi, kanımca, Negri'nin silkip atamadığı türetmeci eğiliminin onu mevcut araştırma birikiminden uzak tutmasıyla da, sallantılı bir zemin üzerine bina edilir. Kuzey'in 1970'lerden 1980'lere geçişini açıklaması beklenen bu zemini, ne tür bir nedensel ilişki içinde bir arada tutulduğu belli olmayan iki mekanizma taşımaktadır:[28] (1) Eksik tüketim. Hardt ve Negri'nin Rosa Luxemburg'tan[29] basitleştirerek ödünç aldıkları bu mekanizmaya göre ücretlerin düşme eğilimi tüketimi azaltır, dolayısıyla da sermayenin gerçekleşmesi önüne engel konur, sermaye bunu aşmak için tüketimin daraldığı alanın dışına taşmaya meyleder. Bu genişleme zorunluluğu üzerinden sermaye kendini gerçekleştirmesi önündeki engelleri tek tek kaldırmaya, dışarısı kalmayana dek dünyayı tâbiyet altına almaya meyleder.[30] (2) İşçi eylemliliği. İlk mekanizma fazlasıyla sermayeye "bağımsız" dinamikler atfettiğinden olsa gerek, Negri 1980'lerde Düzenleme Yaklaşımı ile paylaştığı, kendi işçici öznelciliği ile de örtüşen "Fordizm'in krizi işçi eylemliğinin gücü ile derinleşmiştir" tezini içeri alır İmparatorluk'ta. Kuzey'deki işçi saldırısı, 1965-1973 kârlılık krizini derinleştiren bir mekanizma olarak ele alınır.[31] Bazı dikkatli gözlemcilerin tartıştığı gibi,[32] bu ya da benzeri politik-ekonomik mekanizmaların işleyişi hakkında sağlam bir ampirik ifşaat yapmayan Hardt ve Negri, eksik tüketim yaklaşımları ile ilgili birinci (1929 Buhranı ve New Deal tartışmaları) ve ikinci (Fordizm tartışmaları) nesil Marksist külliyâtın da etrafından dolanıyorlar. Kapitalist krizlerin açıklanmasında eksik tüketimle ilgili hipotezlerin düşük ücretlerin yarattığı talepsizlik tehdidiyle, işçi direnişi ile ilgili hipotezlerin de yükselen ücretlerin yarattığı gider artışı tehdidiyle ilintili olduğu düşünülürse, Negri'nin bu sefer değişik bir formda "ne yârdan, ne serden" vazgeçmesi muazzam bir kafa karışıklığı yaratıyor: Ayrıcalıklı kılınan olgularla ilgilenmek değil, yeni-Spinozacı teodeziyi içeri taşımak olduğu için, İmparatorluk (veya, ultra-emperyalizm) formunu inandırıcı kılacak retorik bir araç olarak kullanılıyor bu mekanizmalar. Bir taraftan Hardt ve Negri, egemenliğin ulusötesine kaymasına klasik emperyalizm tartışmalarından ve hâttâ Lenin'den destek bulmak için[33] ("ser"?) sermayenin yayılma ve yutma eğilimini gündeme taşıyorlar. Diğer taraftan da içkinliği göstermek, sermaye dinamiklerinin özerk olmadığını, işçilerin kurucu gücüne bağlı olduğunu ("yâr"?) tartışmak için proleter muhalefetin kriz-üretici etkisine vurgu yapıyorlar. Benim açımdan sorun, bazı ortodoks Negri reddiyelerinin dert edindiği gibi "dönek Kautsky"den destek alınması, Kapital'in heterodoks bir tefsirinin yapılıyor olması veya Spinozacı yaklaşımın ontolojik bir küfür oluşu değil. Sorun, İmparatorluk-öncesi dönemin açıklamasında kullanılan mekanizmaların, benimsenen metakuram çerçevesinde neyi nasıl açıkladığının gösterilmemesi. Negri'nin öteden beri düzenlemecilerle[34] ittifâk halinde savunduğu "1970'lerin krizinde işçi eylemliliğinin temel nedensel güç olduğu" tezi, bana kalırsa konu hakkında Marksist cenahtan en sağlam meydan okumayı yapan Robert Brenner tarafından olgular ve örnek çalışmalar üzerinden kesin bir biçimde yanlışlandı.[35] Brenner Kuzey'deki işçi eylemliliğinin ücret düzeyleri ve iş günü kayıpları üzerinden kârlılık krizi üzerinde belirgin bir nedensel etkisi olmadığını, krizi tetikleyen mekanizmanın ileri kapitalist ülkelerin büyük imâlat üreticileri arasındaki rekabetin fiyatları aşağı çekmesi olduğunu gösterdi. Ayrıca eksik tüketim tezini bu dönem için yanlışlayan yatırım ve ticâret istatistikleri için Kenwood ve Loughheed'in ve O'Rourke ve Williamson'ın çalışmalarına bakılabilir.[36] Brenner'ın ispatı elbette tartışmaya açıktır,[37] ancak en azından, kendini yanlışlamaya açan bir ispattır. Hardt ve Negri ise İmparatorluk-öncesi hakkında böyle bir yanlışlama girişimini zorlaştıran bir analiz yapıyorlar, çünkü yeterince somut çözümleme sunmamaktalar. Devam edelim. Yukarıdaki araçlarla açıklanan krize cevâben geliştirilen birikim, yönetim ve denetim stratejileri, Hardt ve Negri'ye göre, yirminci asrın son yirmi senesinde İmparatorluk formuna bürünme sürecini başlatıyor. Negri'de bu dönüşüm öyküsüne ilhâm veren temel önermenin Grundrisse'den tedarik edildiği söylenebilir: "Dünya piyasası yaratma eğilimi doğrudan doğruya sermaye kavramında verilidir. Her sınır, üstesinden gelinecek bir ayakbağıdır."[38] Bu öngörü emperyalizm-sonrasına şöyle tahvil edilir: Demek ki, modern egemenliğin aşkınlığı sermayenin içkinliğiyle çelişir. Tarihsel bakımdan, sermaye bu egemenliğe dayanmış ve onun hak ve kuvvet yapılarını desteklemiştir, ama aynı yapılar sürekli ilke olarak sermayenin işleyişiyle çelişir ve pratikte ise, gelişmesini engelleyerek, sermayenin işleyişine engel olur.[39] İmparatorluk safhası ve neoliberal politikalar konusunda da Hardt ve Negri'nin tezlerinin Üçüncü Dünya kalkınması ve ulusal mücadeleleri, uluslararası finans ve bankacılık kurumlarının işleyişi, enformasyon ve iletişim "devrimi" veya emek hareketleri bağlamında delilsizlikten muzdarip olduğu tartışılmıştı.[40] Bu zayıflığa rağmen, ve "İmparatorluk formu" iddiası bir yana, Hardt ve Negri'nin işâret ettikleri önemli bir süreç, hem gelişmiş, hem de gelişmekte olan ülkelerin 1965-1973 krizi öncesine kıyasla küresel ekonomi dinamiklerine çok daha fazla bağımlı hale gelmeleri. Ulus-devlet formundaki dönüşümler ve bunların artan bağımlılık ve eşitsizlikle ilişkisi ne yazık ki devletler-arası, sektörler-arası ve ulusötesi ilişkilerin bütün karmaşıklığını "pürüzsüz uzam"da düzleştirmek için acele eden Hardt ve Negri tarafından yeterince anlaşılmıyor. Vivek Chibber'ın hatırlattığı gibi, güncel emperyalizm analizlerinin saf kuramsal çıkarsamaları değil de ara kurumsal formları, ilişkileri, kollanan kolektif sınıf ve devlet çıkarlarının takibini daha çok önemsemesi gerekiyor. Türkiye'de 1980-sonrası kapitalist gelişme dinamikleri ve kriz rejimleriyle beraber eşitsizliğin giderek derinleşmesi bağlamında "aşkın ontoloji mi içkin olanı mı" tartışmasından çok, Bretton-Woods kurumlarının tasfiyesi, 1978-79 arasında ABD Federal Bankası'ndaki strateji değişiklikleri, IMF ve Dünya Bankası'na dayatılan kurumsal yeniden-yapılanmalar ve yeni borç rejimleri, 1985 Plaza Anlaşması'nın ne anlama geldiği, sonraki yıllarda neden geri çevrildiği, ABD hükümetinin izlediği manipülatif ekonomi stratejileri, vs. daha çok ilgi gösterilmesi, hakkında soru üretilmesi gereken meseleler kanımca.[41] Gayrimaddi Emek Negri'nin gayrimaddi emek hakkındaki tartışmasının 1970'lerde mücadele içindeyken geliştirdiği çözümlemelerle başladığını, tutarlı bir devamlılıkla Marx Beyond Marx'ta olgunlaştığını ve İmparatorluk tezini mümkün kılan ana çözümleme damarlarından biri olduğunu hatırlatarak başlayayım. Bazı aceleci reddiyelerde bu kavramdaki "gayrimaddi" tabirinin emek sürecini imlediği yorumu yapılıyor; kaba "idealizm" suçlamasına karşı kavramsal olarak neyin kastedildiğine, bu kasıt sorunsuz olmasa da, kısaca değinmekte fayda var. Michael Hardt'ın tanımına göre gayrimaddi emek "bir hizmet, bilgi, iletişim gibi gayrimaddi bir meta üreten emektir."[42] Emeğin kendisi veya emeğin üretime sokulduğu süreç değil, üretilen metadır maddi olmayan. Bu ürünleriyle gayrimaddi emek, odağı üretimin kültürel içeriğine yönelterek "kültürel ve sanatsal standartları, modaları, tatları, tüketici normlarını ve daha stratejik olarak kamuoyunu 'tanımlar' ve 'sabitler.'"[43] Negri'nin otonomist eğilim içinde de hasımları olan[44] emek kavrayışındaki ana eksen öteden beri, işçi direnişinin, işçilerin kurduğu sınıf mücadelesinin kapitalist yenilenme/yeniden-üretimin temel müsebbibi olduğudur. Marx'ın doğru bir kavramsal müdahalesinden, yaşayan emeğin sermayenin varlıksal kurucusu olduğu tespitinden Negri, sermayeye ve kapitalistler-arası mücadeleye emek sürecinden özerk bir dinamizm tanımadığı bir çözümleme türetir. İşçilerin gerek çalışma içinde, gerek hayatın diğer alanlarında sermaye birikimini sabote etmeleri ile derinleşen "Fordizm'in krizi"ne karşı kapitalistler bütün toplumu bir "fabrika"ya dönüştürmeye, denetimlerini çalışmanın dışındaki yaşam alanlarına da yaymaya meyletmişlerdir. Bu yayılma/yutma sürecinde yenilenen iktidar teknolojileriyle birlikte toplumsallaşan emek, Negri'ye göre, artık "ölçülemez" olmuş, "çalışma" ve "çalışma-dışı" diye anlamlı bir ayrım imkansızlaşmış, enformatikleşmenin tüm sektörlere hızla sirâyet etmesiyle emeğin gayrimaddi formları hegemonik hale gelmiştir.[45] Bu hegemonya iddiasının altı, özellikle Hardt ve Negri'nin son çalışmalarında, entelektüel emek (otomatik üretim sistemlerini denetleyenlerden reklamcılık, moda, iletişim, yazılım sektörü çalışanlarına) ve duygulanımsal emek (ev-içi emekçilerinden hasta ve çocuk bakıcılarına) formlarının yaygınlaşması tartışılarak doldurulmaya çalışılır. Esnek hünerler gerektiren, enformasyon, duygulanım, iletişim içerikli yeni mesleklerin yayılması, denetim ve disiplinin tüm kürenin yüzeylerine yayıldığı bir ahvâlde "insan oluşun yeni bir tarzı"nı,[46] İmparatorluk'u derdest edebilecek yeni bir devrimci öznelliği hazırlar. Ne var ki, çalışmanın dönüşümü üzerine son derece önemli ve her anti-kapitalist gözlemcinin değerlendirmesi gereken bu tür ampirik iddialara kanıt sunmak konusunda zayıf kalan Hardt ve Negri'de "sözün içerikten öteye" sıçradığını düşünüyorum. ABD Çalışma Bakanlığı'nın 2000 tarihli bir raporuna değinen Gindin ve Panitch, rapora göre gerçekten de "bilişim teknolojisi mesleklerinin" 2010'a kadar en hızlı büyümesi beklenen sektör olduğunu aktardıktan sonra ekliyorlar: (1) 2010'da bu mesleklerin ekonomideki işgücünün %2.4'ünü temsil edeceği tahmin ediliyor. (2) Bu tarihte muhasebeciler, güvenlik görevlileri ve kasiyerlerin sayısı bilişimciler kadar; nakliye işçileri onlardan %40 fazla; bina temizlik ve bakım işçileri ve gıda-içecek servisi yapan işçiler %60 fazla; inşaat işçileri 2 kat fazla; ve sekreterler 2.5 kat fazla sayıda olacaklar. (3) Raporun tahminine göre 2010'da ABD'de her üç meslekten biri için ortaokul eğitimi, ve mesleklerin yarısından çoğu için kısa veya orta süreli iş başında eğitim yeterli olacak.[47] Başka bir saha araştırması ise, finans piyasalarındaki performansın baskısı altındaki birçok şirketin entelektüel emek-yoğun istihdam profillerindeki, işten çıkarmalar ve ücretlerin (akabinde verilen görevlerin) azaltılması sonucu oluşan "hünersizleşme" etkisini gösteriyor.[48] Duygulanımsal emek süreçleri konusunda da, ölçülemezlikten ve bunun devrimci potansiyellerinden dem vuran Hardt ve Negri, bu süreçlerdeki sömürü ilişkilerinin ve duygulanımların manipüle edilmesi ve denetlenmesi amaçlı işveren baskısına direnişin nasıl açıklanması gerektiği hakkında fazla aydınlatmıyorlar bizi.[49] Ayrıca (benim uzmanı olmadığım bir alanda sınırlı kavrayışım tabii bu) neoliberal saldırının şu üç onyılı boyunca, enformasyonun kendi başına, kapitalistlere rekabet sürecinde dayatılan "ayakta kalma" kurallarından özerk bir nedensel güç kullanarak birikim sürecini dönüştürebildiğine dair bir kanıt bulunmuyor. Uzun vâdede, bilgi ve iletişim yoğunluklu sektörlerin, örneğin biyoteknolojinin ve internetin niteliksel olarak farklı dinamikleri olmadığı, geleneksel iş örgütlenmesi hiyerarşilerinin buralarda da geçerli olduğu tartışılıyor.[50] Türkiye ve Ortadoğu özelinde bu tür soruşturmaların ne tür sonuçlar verebileceğini bilemiyorum. Elbette hangi tür işlerin nasıl kategorize edilebileceği, ne tür ağ ilişkilerinin ele alınması gerektiği, vb. hususlar kavramlaştırma, yöntem ve araştırma tasarımı ile ilgili meseleler aynı zamanda. Güncel emek piyasaları analizlerinden devrimci sonuçlar çıkaracak isek daha özenli olmamız gerekiyor sanırım. "Küreselleşme", "enformatikleşme" veya "finans ve iletişim ağları" hakkında yapacağımız çözümlemelerin, dertlerini bu alanları işgal etmiş olan neoklasik iktisat ve işletme literatüründen ayırt etmesi de gerekiyor.[51] Yaratıcılık ve entelektüel yoğunlaşma isteyen mesleklerde iktidarın yöneticilerden çalışanlara geçmiş olduğunu kutlayan bir perspektif, hâlihazırda burjuva işletme literatüründe de mevcut. Grundrisse Tefsiri Hakkında Negri'de gayrimaddi emek analizi ve Marx'ın değer kuramının önce reddi,[52] sonra "ölçülemez" ve "ölçüm-ötesi" değer olarak kısmen tekrar içeri alınışı[53] iki temel okumadan istihraç edilir: Kapital'in 1864 tarihli, kaybolmuş ve sonradan ortaya çıkarılmış altıncı bölüm taslağı[54] ve Grundrisse'nin "Başlık 15: Sabit Sermaye, Dolaşan Sermaye" kısmı.[55] Burada Negri'nin ciddiye alınması gereken bir meydan okumaya giriştiği değer tartışmasına girmeden "enformatikleşme" ile ilgili iddiaların türetildiği Grundrisse yorumuna değinmek istiyorum.[56] Bir kez daha altını çizerek başlayayım: Yorum farklılıklarına dikkati çekmekteki maksadım "Marx ne demek istemiş?" etrafında kısır döngüye girecek bir tartışma önermek değil, Negri'nin çıkarsamalarını güncel kapitalist emek süreçleriyle ilgili olguların sınamasına açmaya direnmesine dikkat çekmek. (Kaldı ki Negri'nin Grundrisse'nin daha açık bir metin olduğu görüşü de tartışmalıdır. E. P. Thompson tam tersi bir yorum yapar meselâ; bu taslak, argümanları iyi geliştirilmemiş, dağınık metnin Kapital'e kıyasla hayli nesnelci olduğunu, sermayeye özerk bir yaşayışı olan bir varlık muamelesi yaptığını yazar.[57] Guido Baldi'ye göre de Grundrisse aşırı karmaşık ve bilmecemsi kurgusundan dolayı Marx'ın Finnegans Wake'i sayılabilir.[58] ) Negri'nin "Makineler Hakkında Fragman" okuması, Marx'ın bir dizi yapısalcı önermesini kendi "toplumsal fabrika" analizine yontarak kabul eden bir okuma kanımca. Marx metnin bu kısmında, büyük sanayideki bilimsel ve teknolojik ilerlemeler sonucunda zenginlik üretici faktörün bir süre sonra "emek süresinden ve harcanan emek miktarından" özerkleşen, bu faktörleri disiplin altına alan, "üretim sürecinin bilimsel ve verimli planlaması" faktörü olacağını tartışır.[59] "İşçi üretim sürecinin başlıca faktörü olacak yerde, sürecin kenarında duran bir bakıcı haline gelir."[60] Marx'ın "doğrudan" emeğin üretimin belirleyici ilkesi olma niteliğinin kaybolması karşısında "bilimsel" emeğin ve "üretimin toplumsal bir bütün şeklinde eklemlenişinden ileri gelen genel üretici gücün" ("genel zekâ") birinci plana geçmesi hakkındaki tespiti[61] Negri'nin okumasında "dolaylı" (entelektüel, bilimsel, gayrimaddi) emeğin teknoloji ilerledikçe temel zenginlik üretici kuvvet olacağı önermesine dönüşüyor. Bu dönüştürme sürecin[de,] üretimin ve zenginliğin temel taşı, ne işçinin harcadığı direkt insan emeğidir, ne de emeğin süresi; temel, insanın toplumsal bir varlık olarak kendi genel üretici gücünü, doğa bilgisini ve doğa üzerindeki egemenliğini kendi malı haline getirmesidir - tek kelimeyle, toplumsal bireyin gelişmesi.[62] Bu noktada Marx ilginç bir olasılık hakkında akıl yürütüyor: Sabit sermaye kompozisyonundaki hızlı dönüşümlerin kapitalizmin çok ileri bir safhasında, kâr amacıyla emek süresi hırsızlığının bir anlamı kalmadığında, toplumun zorunlu emeği minimuma indirildiğinde, işçilerin elinde bolca çalışma-dışı zamanı olacaktır ve bireyler kendilerini geliştirmek için kullanabileceklerdir bu zamanı. Negri bu açık-uçlu önermeyi gayrimaddi emeğin devrimci potansiyelleri yönünde geliştirmiştir: Sermayenin asla topyekün tâbiyet altına almayı beceremeyeceği, hep bir "fazlalığı", "ölçülemezliği" olan emeğin bu zamanı, nihâyetinde kapitalist üretim biçimini içeriden "patlatacak" olan devrimin zamanıdır. Lâkin bu spekülasyonu merkeze almadan fragman Marx'ın daha önce geliştirdiği emekçinin çalışmadan yabancılaşması analizinin devamı olarak da okunabilir. Sabit sermaye kompozisyonunda nesneleşen bilimsel ilerleme, yönetimsel planlama, üretim sürecini verimlileştirme girişimleri bir taraftan işçiyi iyiden iyiye araçlaştırır. Diğer taraftan sermaye için de bir çelişki yaratır bu: Makineleşme işçinin "artık boş zaman"ını fazlalaştırdıkça kapitalistler bu zamanı da değerlendirmenin yollarını ararlar. Negri'nin sıkça kullandığı meşhur "genel zekâ" alıntısına dönersek (köşeli parantezler bana ait): Sabit sermayenin gelişme düzeyi, genel toplumsal bilginin, knowledge'ın [bilgi] ne dereceye kadar dolaysız bir üretici güç haline geldiğini ve dolayısıyla toplumsal yaşam sürecinin koşullarının ne dereceye kadar general intellect'in[63] [genel zekâ] kontrolü altına girmiş olduğunu, ne dereceye kadar dönüştürülüp ona uyarlı biçime sokulmuş olduğunu gösterir. Toplumun üretici güçlerinin, [İngilizce çeviride powers of social production, toplumsal üretim güçlerinin] salt bilgi biçiminin ötesinde, ne dereceye kadar toplumsal pratiğin, maddî yaşam sürecinin dolaysız organları halinde üretilmiş olduklarını ortaya koyar.[64] Burada "genel zekâ" kategorisi, Marx'ın geçerken değindiği, hakkında temel bir açılım yapma ihtiyacı hissetmediği bir kategori. "Zekâ"dan kastedilen, pasajın oturduğu analiz göz önüne alınırsa, sınaî planlama - temel üretici güç haline gelen bir "entelektüel üreticiler" yığını değil. Üretim süreci üzerindeki planlama denetiminin sabit sermayenin değişken sermayeye oranını artırma çabasından bahsediliyor.[65] Yine de Negri'ninki gibi bir retorik manevra yapmak mümkün, dediğim gibi, derdim "en doğru tefsir" tartışması yapmak değil. Marx'ın bu taslak metinde açık bıraktığı ucu, Kapital ciltlerinde makineleşme sorununa sık sık dönerek düğümlemeye çalıştığı da söylenebilir. Daha gelişkin bu analizlerinde hızla otomatikleşme süreçlerine giren kapitalist üretimde kâr oranının azalma eğilimi ile karşılaşılacağı meselesini tekrar önüne koyan Marx, "patlama" senaryoları üretmektense daha aklıselim bir soru sorar: "Nasıl oluyor da kârlılığın azalması daha hızlı ve daha fazla olmuyor?" Buna cevaben de kârlılık krizlerinden ve "teknolojik bir son"dan sakınmak için kapitalist faaliyetlere içkin devâlardan bahseder.[66] Bugün Negri'nin destek verdiği türden emek süreci eğilimlerinin "hegemonik" hâle geldiğini tartışmak için kapitalistlerin emek süresi hırsızlığıyla, üretimi ücretlerin düşük olduğu mekânlara taşımakla artık ilgilenmediklerini ampirik olarak göstermek gerekmiyor mu?[67] Üç: Egemenlik Bu tartışmada son olarak Negri üzerinden egemenlik meselesini karşımıza almaya Agamben'le, Schmitt'le filan süslü barok bir peşrev ile başlamayacağım. Sorun felsefe ağırlıklı bir tartışmanın önemsiz olması değil. Ancak bugün memleketimizin sorunlu hallerinin yanında Venezuela'nın, Bolivya'nın, Irak'ın, Arjantin'in, Güney Afrika'nın, Kerala'nın, Chiapas'ın, Quebec'in, vs. ulusötesinden destek alan, yerel hedeflere dönük mücadelelerinin basbas bağırdığı bir şeyler var egemenlikle ve yurttaşlıkla ilgili, buraya kulak kesilmek siyaset metafiziği hakkında fikir yarıştırmaktan daha yapıcı geliyor bana. Tartışmayı egemenliğin toplumsal hareket stratejileriyle ilişkisi ile ilgili bir hatta sürdürmek istiyorum. Bugün Latin Amerika'nın ulusal mücadeleleri ve ulusötesi alternatif küreselleşme kampanyaları gibi bir dizi seferberliğin önümüze koyduğu, İmparatorluk ve Çokluk boyunca Hardt ve Negri'nin de samimiyetle dert edindiği, telaffuzu basit, karşılık vermesi zor bir mesele var: "Sistemin canını nasıl yakar, kuyusunu nasıl kazarız?" İşçi enternasyonalizmi mitinin tedavülde olduğu 150 yıl boyunca sosyal adalet adına umut veren, orta vâdeli kazanımlar, hâttâ devlet iktidarı elde eden, tehdit altında hisseden muktedirleri olağan polisiye önlemlerden olağanüstü karşı-devrimci tedbirler almaya sevkeden hareketler, ne kadar uluslararası ittifak ilişkileri içinde olurlarsa olsunlar, güçlerini yerelde kurdukları seferberlikten, meşruiyetlerini önlerine koydukları yerel hedeflerden tedârik ettiler. Bugün dünya işçi devrimi miti ortadan kalkmış değil, ancak yirminci asrın son 20-25 senesinde yoğunlaşan uluslararası ve bölgelerarası kurumsallaşmaya paralel olarak ulusal hareket örgütlerinin yerleşik formlarından farklı örgüt formları da yayılmaya başladı. Bunların bir kısmı, daha az sayıdaki militanlarını yerelde toplayıp yerel hedeflerini Birleşmiş Milletler gibi sınırlı uluslararası yaptırımı olan kurumlar bünyesinde faaliyet göstererek, yerelde hasımları olan hükümetlere dışarıdan baskı uygulatarak gerçekleştirmeye çalışan kuruluşlar oldu. Çok daha hızlı profesyonelleşen başka bir örgütsel formu, belirlediği bazı evrensel hedefler etrafında birçok ülkede kampanya faaliyetleri yürüten, meselesiyle ilgili uluslararası kuruluşlarla yerel yurttaş topluluklarından daha organik ilişkiler kuran kuruluşlar benimsedi. Faaliyet alanını birkaç ülkeyle veya belirli bir bölge ile sınırlayan benzer bir form, kalkınma, çalışma koşulları gibi daha aktivist davalara odaklanarak yerel eylemci-temelli hareketlerle ilişkisini daha sıkı tutan, başka bölgelerin aktivist kampanyaları ile işbirliği yapan yarı-profesyonel örgütler tarafından kullanıldı. Son yıllarda geleneksel ulusal mücadele örgütlerinin de (Brezilya'nın Topraksızlar Hareketi gibi) bu örgütsel formların canlı tuttuğu işbirliği ağlarına dahil olup kendininkilere benzer kavgaları olan ulusal toplumsal hareket örgütleri ile ilişki kurmaya başladıklarına işaret edilebilir. Tüm bu hareketliliğe "sosyal forum" modeli, dünya büyükşehirlerindeki barış gösterilerinin koordinasyon kampanyaları, IMF-WB-WTO üçlüsünü veya NAFTA gibi bölgesel girişimleri hedef alan eylem koordinasyon kampanyaları da eklenebilir.[68] Bu dinamiklerin proleter-enternasyonalist ve ulusal-kalkınmacı/kurtuluşçu mitlerin yanında tedavüle "küresel sivil toplum", "dünya kamuoyu", "ulusötesi kamusal alan" gibi yeni mitler soktuğu söylenebilir. Bir hasım olarak "İmparatorluk", bir seferberlik miti olarak "çokluk" kategorileri bu ahvâle tanıdık bir merâm anlatmaya çalıştıkları için bu kadar ilgi topladılar sanırım. Ne kadar yeni-Spinozacı bir teodeziden istihraç edilirse edilsin, ne kadar somut savaş ve sömürü koşullarının analiziyle desteklenirse desteklensin İmparatorluk da, onun mezar kazıcısı çokluk da son tahlilde Hardt ve Negri'nin "keşke böyle vücuda gelse bu formlar" diye arzuladığı şeyler. Dolayısıyla ister ulusçu, ister kozmopolit vaâtleri sahiplensin, her mitik anlatının meylettiği şeyden, bir "fetiş formu"na bürünme eğiliminden muzdarip onların içkinciliği de. Burada bir soluklanayım. Tartışmanın devamında kısaca Hardt ve Negri'nin egemenlik formuna karşı önerdiklerine değiniyor, bu önerilerin günümüz mücadeleleri ışığında neyin üzerini örttüğünü inceliyor, sonrasında da egemenliğin ulusalın kabuğunu kıracak, ama küresel fetişine mahal vermeyecek bir hatta birlikte kurulmasına dair spekülatif bir argüman önerip bitiriyorum. Ancak önce, iki ara nağme. Ara Nağme: "Mit" Bu bahiste aklımda Georges Sorel var.[69] Sorel'in miti, işçi seferberliğine ve devrimci pratiğe (hâttâ şiddete) heyecan ve meşruiyet veren bir kültür-ideoloji örgüsü olarak iş görüyordu. Lenin'in o dönem "kendiliğindenlik" olarak eleştirdiği devrimci yatkınlığın[70] ideal-tipik benimseyicisi olan Sorel sıkı bir kurumsallaşma ve "profesyonel devrimci" dayatmacılığı karşıt31;ydı. "Genel grev miti" türünden, belirli bir yazarı olmayan seferberlik öykülerinin, bağımsız işçi gruplarının bağrından kendiliğinden yayıldığı bir faaliyet süreci düşlemişti. Sorel'e göre Genel Grev'in yarım yamalak bir imkân veya halkın hayalgücünün bir ürünü olması önemli değildi, mitin işlevi toplumsal ilişkilerin karmaşıklığına geçici de olsa eylem hedefi için bir açıklık getirmesiydi. Mitin sağladığı bütünsellik, hareketlendirici öykünün paylaşılması üzerinden işçilerin görüş birliğini sağlama görevi görebilirdi.[71] Bugün "küresel sivil toplum" ile ilgili öykülerin ("1999 Seattle Muharebesi" miti gibi) yayılmasından eylemcilerin benzer faydalar beklediği söylenebilir. Ara Nağme: "Fetiş Formu" Toplumsal hareket stratejilerini eklemleyici bir araç olarak Sorelci mite meyletmenin sorunlu bir tarafı olduğu da düşünülebilir. Bugün protestoların küresel koordinasyonu sırasında devreye sokulan öykülerin bazılarında genel grev mitinde olduğu gibi saf eylemi, "sokak"ı ululayan, yataylık ve kendiliğindenlik adına politik tartışma, uzun vâdeli hedef ve örgütlenme kaygılarını düzleştiren bir hat var.[72] O yüzden hareketlendirici bir mitin bir fetiş formuna bürünme ihtimalini tartışmaya açmak istedim. Marx'ın sermaye hareketlerini açıklarken kullandığı bu basit analitik araç canlandırılabilir: Kabaca, bir ilişkinin, ya da bu ilişkinin tezahürü olan formun kurucu unsurlarının unutulması, üzerlerinin örtülmesi, formun kendisinin başat kurucu ilke olduğuna inanılması.[73] Seferberlik miti de, mücadele dinamikleri hakkında eylemcileri bilgilendirme, aidiyet oluşumuna yardımcı olma gibi olumlu işlevlerinden öteye, taşkın bir forma itildiğinde politik olanın yegâne kurucusu haline dönüşebiliyor. Mite kaynaklık eden eylemin eylem olsun diye, sadece eylemciler rahatlasın diye yapılmadığının, belirli hasımlara karşı, belirli hedeflere ulaşmak niyetiyle yapıldığının, eylemin kurucu unsurlarındaki muhtemel sorunların, eyleme sebep olan dertlerin, vs. üzerinin örtülmesi olarak fetişleşme. Egemenlik Korkunç Bir Şey Midir? Devam edeyim. Egemenlik sorusuna ulusalcılar kadar kesin bir sahiplenici cevabım olmadığını, niyetimin cevap arayışını paylaşmak olduğunu hatırlatayım hemen. Ancak Hardt ve Negri'nin net egemenlik karşıtı çizgilerinde sorunlar görüyorsam ve egemenliğin bir kenara itilmesine politik olarak aklım yatmıyorsa bunun nedeni metakuramsal bir anlaşmazlıktan çok, Güney Amerika'nın Bolivarcı kalkışmasından Güney Asya'nın emekçi-merkezli kalkınma hareketlerine uzanan bir hatta egemenliğin olumlu (Cochabamba'da suyun özelleştirilmesine direniş) ve/ya meşru (Irak'ta ABD işgaline karşı direniş) seferberliklere araç olabildiğini, İmparatorluk diye bir şey tarafından yerinden edilmemiş olduğunu gözlemlememdir. Egemenlik mitinin bugün baskıcı fetiş formlarına bürünmesinin sürdüğünü reddedecek de değilim.[74] Hardt ve Negri'nin türettiği İmparatorluk'un egemenliğe el koyması, ulusötesine kayan bazı iktidar güçleri hakkında somut bir tespite dayandığı kadar, insanlığı ulus "kabına" sıkıştırılmış dayatıcı egemenlik formlarından kurtarmanın yolunu açacak bir vaât aynı zamanda: "İmparatorluk, bu küresel mübadeleyi etkinlikle düzenleyen politik özne, dünyayı yöneten egemen güçtür."[75] Bu küresel forma transfer edilmiş olan yönetici güçler henüz emperyalizmin ve ulus formunun tamamen defterini dürecek olgunluğa erişmemiş olabilir, önemli olan bu sürece girilmiş olmasıdır ve bu süreç muhaliflerce de desteklenmelidir. Zira bu ilerici süreç olgunlaştıkça, müstakbel İmparatorluk bugünümüze vardıkça, insanların kurucu iktidarı ulusal egemenliğin boyunduruğundan kurtulacak, sahici kaynağına, çokluğa dönecektir. İmparatorluk'un kurulu gücünün olgunluğa erişmesi çokluğun kurucu gücünün zayıf bir emâresidir;[76] egemenlikle kurtuluşun yerini, egemenlikten özgürleşme alacak, en gerçek demokratik an yakalanmış olacaktır, "bir" (plenitudo) mitinin yerine, "çok" (multitudo) mitinin geçişiyle: Çokluğun yaratılması, çokluğun ağlarda gerçekleştirdiği yenilikler ve çokluğun karar alma becerisi, ilk kez demokrasiyi olanaklı kılıyor. Şu ana kadar her tür gerçek demokrasi mefhumunun altını oyan siyasal egemenlik ve bir'in iktidarı, gereksiz olmanın da ötesinde imkânsız hale geliyor. Egemenlik, "bir" efsanesinden beslendiği halde, her zaman için yönetilenin rızasından ve itaatinden temellenen bir ilişkiydi. Ancak bu ilişkinin dengesi yönetilenin lehine değiştikçe ve yönetilenler toplumsal ilişkileri otonom bir biçimde üretme kapasitesine kavuşup bir çokluğa dönüştükçe, üniter hükümdar giderek lüzumsuzlaşıyor.[77] Bu söylemsel olarak ümit verici, "keşke"ci düşüncelerin ilettiği "farklı ama beraber" dünya cemaâti arzusunun Hardt ve Negri'de yer yer bir ihtirasa (yine fetiş formu eğilimi) dönüştüğünü düşünüyorum. Çokluğun gelişiyle ilgili benimsedikleri mehdîci ideoloji, özellikle Üçüncü Dünya'daki yerel mücadeleler üzerine binâ edilen örgütsel formları ve hareketleri, gelecek-olan kurtarıcı "pürüzsüz uzam"ı geciktiren (çünkü ulusal egemenliğe köklerden sahiplenmekte ısrar etmektedirler) "hiyerarşik" olumsuzluklar olarak dışlıyor.[78] Dahası, öykümüz bu mehdîci haliyle ulusal egemenlik kurumsallaşmasının hukukî ve politik içeriğini spekülatif bir eşmantık ile İmparatorluk'a tahvil ederken bu havâlenin içini dolduramıyor. İmparatorluk, örneğin Avrupa Birliği gibi bir şey olmayınca, onun kurulu gücünün çokluğun kurucu gücüne nasıl geçeceği hakkında muazzam bir boşluk var ortada.[79] Devlet formundan ve kapitalizmden özgürleşmek gibi hayırlı bir amaç yolunda neden bu "dünya cemaâti" ihtirasına sarılmamız gerektiğini merak ediyorum.[80] Dayanışma, insan hakları veya çevre konularında evrensel dertleri paylaşma, birlikte çalışma, yardımlaşma, koalisyon oluşturma, ittifâk kurma gibi sınırötesi, hareketler- ve topluluklar-arası ilişkiler neden illâ ki gezegen-boyutlu bir yönetişim formuna kapatılmak durumunda? Irkçılığa, milliyetçiliğe, ayrımcılığa karşı bir panzehir olarak kozmopolitanizm hareketlendirici bir mit olabilir, ama her topluluğun içine fırlatıldığı tikel mücadeleler açısından bakınca bu miti binyılcı bir telos haline getirip onu taşlaştırmak doğru gelmiyor bana. Açıktır ki, gerek Türkiye'de gerek başka yerlerde haysiyetli yaşama hakkımız ve demokrasi açısından egemenlik en zararlı politik formlarıyla aramızda bugün de.[81] Ancak ulusal hareketlerin egemenliğin devletlû/kurulu bir formuna gömülmeye mahkûm olduklarını herhangi bir ontolojiden kesin bir biçimde çıkarsamak mümkün değil. Bu hükmü her durum için doğrulayacak veya yanlışlayacak olan metakuram değil, mücadeledir: Politik stratejiler öyle geometri teoremleri gibi türetilemezler. Negri'nin, örgütlenmemiş mücadeleleriyle dünya çokluğunun bir gün küresel sermayenin temellerini kendiliğinden yokedeceğine dair rüyâsı, düşünmeden girdiğimiz kavgalarda defalarca yenilmiş bizlere, yağmurlu bir günde anlatılan umut dolu bir hikâye gibi gelecektir. Hardt ve Negri'nin sınaî sermaye ve ulusal egemenliğin eski düzeni ile bir merkezi olmayan küresel imparatorluğun yeni gerçekliği arasındaki sözde radikal kopuşu kutlamaları, şüphesiz ki, aceleci ve naiftir.[82] Ulusal egemenlik etrafındaki halk mücadeleleri, yeni direniş formlarının yanında, bugün yoğunluklarından geçmişe nazaran pek bir şey kaybetmeden devam ediyor. Devletlû kurgulardan özerk olarak bu mücadelelerin bağımsızlık tahayyülleri ezilenlerin baskın bir politik formu olarak hâlâ tedavülde. Özgürlükçü olmayan patikalarda gelişebilse bile geçmişte ve bugün örneğin Afganistan ve Irak gibi emperyalizmden büyük zarar görmüş politik toplumlardaki egemenlik kurgusu işgâle ve adaletsizliğe karşı bir seferberlik aracı olabiliyor.[83] O zaman, köklere sarılarak, ulusalın kabuğunu zorlayacak ve ulusalın dışına taşan ittifaklarla o kabuğu kırabilecek, küreseli de fetişleştirmeden bu ittifakları kolaylaştıran bir mit olarak kullanabilecek, egemenliğe ve yurttaşlığa devlet-dışı mecralardan el koyabilecek gayri-milliyetçi politik formlar mümkün mü?[84] Hukuk metafiziği yerine gözünü süregiden yaşam mücadelelerine diken bazılarına göre bu tür formların devrimci potansiyeli İmparatorluk yüzeylerinde dolanacak kendiliğinden formlarınkinden daha fazla.[85] Çokluk ile önerilen, küresel direniş hareketlerinin kendiliğinden, içtimâ (assemblage) şeklindeki, dermeçatma temâsı yerine, yerel hedefler için mücadele eden hareketlerin yerel dert ve dayanaklarını sınırötesi dayanışmalara taşıdıkları mecmû (ensemble) birlikteliği, ya da, Alevilikten ödünç alacak olursak, hareketlerin cemi önerilebilir. Bu mecrâda Türkiyeli muhaliflerin bugün dahil oldukları politik toplum önlerine, örneğin son yıllarda Uruguay, Venezuela, Bolivya, Ekvator, Brezilya, Meksika, Arjantin gibi ülkelerde (tabii ki farklılaşan mahiyetlerde) neoliberalizme karşı güçlenen hareket örgütlerinin karşılaştıklarından daha zorlu engeller koyuyor denebilir. Ancak önümüzde egemenliği ulusiçi ve ulusötesi arasında aşağıdan ve başkalarıyla birlikte kurabileceğimiz yeni bir fırsat yapısı var, Avrupa Birliği. AB'nin uzun yıllardır ardında büyük bir demokratik boşluk bırakarak kurumsallaşmış yapıları var elbette. Birliğin baskın ülkelerindeki ulusal sınıf ittifaklarının kompozisyonlarından pek de farklı bir hatta ilerlememekte olan bir "yeni egemenlik" oluşumu da mevcut. Öte yandan, AB Anayasası'nın dayatmaya çalıştığı egemenlik formuna karşı hatırı sayılır da bir direniş potansiyeli var. Birlik ülkelerindeki derin ırkçılık ve ayrımcılık sorununa karşı Türkiye içinden havlu atıp, mücadeleye girişmeyip (bolca hariçten gazel okunabilir tabii, "bunlar da Hristiyan klubü işte, bizim bizden başka dostumuz yok", vs.) muhalefeti ulusala hapsetmek ise akıl kârı değil. Değil, çünkü nihâyetinde Türkiye'deki kurumsal ayrımcılık ve paranoya sorunlarını derinleştirmek gibi bir katkısı olacaktır ancak bu tür bir geri çekilmenin. Halbuki önümüzde AB Anayasası'nı da, birliğin egemenlik formunu da, ekonomi politikalarını da "birlikte tesis etmeye" (constitution) ya da "beraber yazmaya" (Verfassung) muktedir potansiyel var. Kanımca AB, Türkiye özgürlükçü solunun küresel mücadeleler hakkında Marcos'a, Chavez'e, Irak direnişine, sosyal forumlara retorik güzelleme düzmekten öte, dönüştürücü-eylemci bir hatta, daha fazla insanı kendi yurttaş oluşlarına el koymaya, çektikleri ısdıraptan kazanç elde edenlerden hesap sormaya iknâ edebilecek bir hatta, ne kadar samimî olduğunun belli olacağı bir sınavdır. Yoksa neoliberalizme ne kadar kurumsalcı-kalkınmacı bir cenahtan reddiye düzülürse düzülsün, ulusalın fetiş formuna ("Erdemir vatandır!") tıkılı kaldıkça nihâyetinde milliyetçi sağa oy kazandırmaktan öteye gidilemeyecektir. Bu samimî, gönüllü mücadele menzilinde egemenlik emekçilerin kurucu gücünün düğümü, hedeflere, hasımlara ve ittifâklara anlam ve meşruiyet kazandıran ortak payda haline getirilebilir. Son: Araştırmasız Siyâset Olmaz! Üç genel tasa hakkında, biraz bunların tartışılmasına Negri'yi âlet ederek, ama daha çok da meydan okumalarını ciddiye aldığım için bizzât Negri'nin otonomizmine eğilerek, bir sohbet açmaya çalıştım. Son olarak bir tek, araştırma-soruşturma meselelerinin önemsenmesine yapmaya gayret ettiğim vurguyu tekrar iliştirmek isterim: Kapitalist sömürünün olguları ve suçları hakkında derinlikli bir soruşturma örgütleyeceğiz; bu tür bir araştırmayı elimizdeki yetersiz kaynakları kullanarak başlatmayı deneyeceğiz. Bu çalışma sırasında kent ve kırsalda, çektikleri sıkıntıları sadece kendilerinin eksiksiz bir bilgiyle anlatabileceğini idrâk etmiş, ve kurbanı oldukları toplumsal hastalıkları iyileştirecek tedâviyi Tanrı tarafından yollanmış kurtarıcıların değil, sadece kendilerinin kuvvetle uygulayabileceğini bilen işçilerin desteğini almayı umuyoruz. Ayrıca, sosyal reform yanlısı oldukları için işçi sınıfının - geleceğin ait olduğu sınıfın - çalışma ve yaşama koşullarının kesin ve pozitif bilgisini istemek zorunda olan her eğilimden sosyalistten de yardım bekliyoruz.[86] "Araştırmasız siyâset olmaz" uyarısı/dâveti ise bu alıntıyı hatırlatan otonomist Ed Emery'e aittir.[87] Notlar: [1] Carl Dennis'in "World History" şiirinden. Alıntılayan Tom Nairn, "Make for the Boondocks", London Review of Books, 5 Mayıs 2005 (http://www.lrb.co.uk/v27/n09/nair01_.html). [2] Toni Negri, The Politics of Subversion: A Manifesto for the Twenty-First Century (Londra, 1990), s.90. [3] Gilles Deleuze ve Felix Guattari, A Thousand Plateaus: Capitalism and Schizophrenia (Minnesota, 1987), s.500. [4] Bir süredir demlenen bu metnin birikimi öncelikle New York'ta sevgili dostlarım Başak Ertür, Sinan Hoşadam, Barış Mücen, Aras Özgün ve Hakan Topal'la yaptığımız Negri okuma-tartışmalarına çok şey borçludur. Ayrıca bazı fikirler de son 3 senedir ara ara körotonomedya'nın e-forumunda (http://groups.yahoo.com/group/korotonomedya) katıldığım tartışmalarda şekillendi. Haliyle bütün kendine yontma ve görmezlikten gelmelerin sorumluluğu bana aittir. [5] Türkçe'de bunun için körotonomedya kolektifinin (http://www.korotonomedya.net/turkce.html) kamulaştırdığı yazılara bakılabilir. İngilizce'de en derli toplu tanıtımlardan ikisi için: Fin Bowring, "From the Mass Worker to the Multitude: A Theoretical Contextualisation of Hardt and Negri's Empire", Capital and Class 83 (2004); Steve Wright, "Negri's Class Analysis: Italian Autonomist Theory in the Seventies", Reconstruction 8 (1996). Wright'ın incelemesi kanımca İtalyan otonomist hareketinin en iyi tarihçesi olan Storming Heaven: Class Composition and Struggle in Italian Autonomist Marxism'de (2002) tekrar basıldı. (Makale için: http://makeashorterlink.com/?X26E62A8B) [6] Ender anlama ve katkı çabalarından biri: Ahmet Murat Aytaç ve Mesut Yeğen, "İmparatorluk: Eksik Bir Manifesto," Birikim 167 (2003) [http://makeashorterlink.com/?N1975209B]. [7] Ortodoksinin uygunca bir karşılığı bu olsa gerek. Pierre Bourdieu'nün yoğurduğu şekliyle doxa mefhumunu "sabit fikir" diye tercüme etme önerisi Barış Mücen'e ait. [8] "Kültürün tesirsizleştirilmesinin işaret ettiği genel bir teemmül, aydın formasyonlarının, sosyal praxis'le muhtemel her tür ilişkilerini koparttıkları ve saf zihnî vesveselere gark oldukları için bağlayıcılıklarını yitirdikleri olgusudur" (Theodor Adorno, Beethoven: The Philosophy of Music [Stanford, 1998], s.141). [9] Elbette ki bu boyutu da kendi başına tartışmak mümkündür. Bu hatta öznelciliğe karşı Marksist cenahtan yapılmış çok önemli ve ufuk açıcı bir meydan okuma için: Sinan Kadir Çelik, "Burjuva Düşüncesinin Antinomileri: Batı Metafiziğini Yorumsamacılıkla Aşmak Mümkün mü?", Praksis 3 (2001). [10] Hikayenin İmparatorluk'tan önce biçimlendiği iki temel çalışma şunlardır: Toni Negri, Marx Beyond Marx: Lessons on the Grundrisse (South Hadley, 1984); Toni Negri, Revolution Retrieved: Writings on Marx, Keynes, Capitalist Crisis, and New Social Subjects (1967-83) (Londra, 1988). [11] Hukuk, şiddet, egemenlik meselesinde yapılan metafizik laf yarışlarına, somutun politik analizi üzerinden verilen sağlam, kısa ve öz bir cevap hatırlatılabilir, Derrida güzellemeleri arasında unutulmuştu: Nancy Fraser, "The Force of Law: Metaphysical or Political?", Cardozo Law Review 13 (Aralık 1992). [12] Vivek Chibber, "The Return of Imperialism to Social Science", European Journal of Sociology 45 (Aralık 2004), s. 432. [13] Bu zanaâtin kanımca en üretken ocağı doğurgan yapısalcılıktır: Pierre Bourdieu, Pierre, Jean-Claude Chamboredon ve Jean-Claude Passeron, The Craft of Sociology: Epistemological Preliminaries (New York, 1991). [14] Enda Brophy, "Italian Operaismo Face to Face: A Report on the 'Operaismo a Convegno' Conference 1-2 June 2002 - Rialto Occupato, Rome, Italy", Historical Materialism 12/1 (2004), s.285. [15] Negri'nin bu yenilgilerden sonraki "dün dündür" dönüşümüne tanıklık eden metin, kanımca, 1983'te yazdığı "Devrimi Hatırlıyor Musun?" denemesidir ("Do You Remember Revolution?", Revolution Retrieved içinde). Başka bir işçici olan Sergio Bologna'nın "herşeyi çöpe atarsak, kalıcı bir şizofreni içinde yaşarız" diye eleştirdiği bir kopuştur bu ayrıca (Wright, "Negri's Class Analysis..."). [16] Toni Negri, The Savage Anomaly: The Power of Spinoza's Metaphysics and Politics (Minnesota, 1991). [Tam metin: http://socialistica.lenin.ru/txt/n/negri_1.htm] [17] Bizde pek tartışılmadı, ama Hegel alerjisi olmadan Spinoza'nın açılımlarından yararlanmaya meyleden biri Marksist, diğeri eleştirel gerçekçi iki çalışma hatırlanabilir: E. Vasilievich Ilyenkov, Dialectical Logic: Essays on Its History and Theory (Moskova, 1977); Andrew Collier, Being and Worth (Londra, 1999). [18] İmparatorluk ve Çokluk arasında kalan şeyler: Kurumlar, örgütler, devletler... [19] Gilles Deleuze ve Felix Guattari, Felsefe Nedir? (İstanbul, 2001). [20] Michael Hardt ve Toni Negri, İmparatorluk (İstanbul, 2001), s. 68. "Multitude calls Empire into being" önermesini "çokluk İmparatorluğa varlık celbeder" diye çevirmek daha uygun olabilir. Dinsel bir içerik de var bu önermede, Allah'ın ol dediğinin olması gibi. [21] Pierre Bourdieu, The Logic of Practice (Cambridge, 1990), s.26. [22] "Taking the Millennialist Pulse of Empire's Multitude: A Genealogical Feminist Analysis," Empire's New Clothes: Reading Hardt and Negri içinde, derleyen Paul Passavant ve Jodi Dean (Londra, 2004). [23] "On Divine Markets and the Problem of Justice," Empire's New Clothes içinde. [24] "Dünyadaki kötülükler hakkındaki itirazlara cevaben Tanrı'nın iyilik, yaratıcılık ve sorumluluk özellikleri açısından kötülüklerin zorunluluğunu irdeleyen, Tanrı'nın adaletini savunan öğreti" şeklinde yetersizce özetlenebilir. "Tanrı" ve "adalet" kelimelerinden Leibniz'in türettiği kavramdan önce meseleyi Hristiyan teolojisinde Augustine derinleştirmişti. Spinoza Augustine'in taşkın kavrayışı ile hesaplaşmış, daha seküler ve içkinci bir teodezi önermişti. [25] Bu kozmolojinin kapatıcı etkilerine karşı bayağı öfkeli bir reddiye düzen bir (aslında iki) yorumcu da İmparatorluk'un peygamberî söyleminin totaliter söylemlerle paylaştığı eşmantığı çözümlüyor: Ugo D. Rossi, "The Counter-Empire to Come or the Discourse of the Great Rival: An Attempted Decoding of Michael Hardt and Antonio Negri's Empire," Science and Society 69/2 (2005). [26] "Yüzleşme", Türkçe'ye yaygın olarak "düşünümsellik" diye çevrilen reflexivity'nin karşılığı burada. Bu öneri de dostum Barış Mücen'e aittir. [27] Bu tür bir alan etkisinden, örneğin Marksist cenahta 1980'lerdeki devlet tartışmalarına eşsiz kuramsal katkılarda bulunmuş, ampirik araştırma meşgalesiyle ilgilenmeyi tercih etmemiş, son yıllarda da hayli eklektik bir çerçeveden (son yazılarında kurumsalcılık, eleştirel gerçekçilik, Düzenleme Kuramı, Luhmann sistemciliği, eleştirel coğrafya ve Poulantzas bir aradadır) kuramsal metinler üretip duran Bob Jessop da muzdariptir meselâ. Diğer uçta post-yapısalcılığın açmazlarını tartışan iki yeni çalışma için: James Heartfield, The 'Death of the Subject' Explained (Sheffield, 2002); John Sanbonmatsu, The Postmodern Prince: Critical Theory, Left Strategy, and the Making of a New Political Subject (New York, 2004). [28] Mekanizmalar birbirini bir geri-besleme bağlantısı içinde güçlendirmekte midir? Aynı neticeye (neoliberal stratejilerin yerleşikleşmesi) neden olurken ilintisiz, birbirine paralel mi işlemektedirler? Biri diğerinin spesifik etkilerini silebilir mi? [29] Sermaye Birikimi (İstanbul, 2004). [30] İmparatorluk, s.235-240. [31] İmparatorluk, s.274-277. [32] Bak. Bashir Abu-Manneh, "Illusions of Empire", Interventions 5/2 (2003) [http://www.ozguruniversite.org/guncel imp.htm]; Sam Gindin and Leo Panitch, "Gems and Baubles in Empire", Historical Materialism 10/2 (2002); Peter Green, "'The Passage from Imperialism to Empire': A Commentary on Empire by Michael Hardt and Antonio Negri", Historical Materialism 10/1 (2002); Andreas Kalyvas, "Feet of Clay? Reflections on Hardt's and Negri's Empire", Constellations 10/2 (2003); Paul Thompson, "Foundation and Empire: A Critique of Hardt and Negri", Capital and Class 86 (2005); Maria Turchetto, "The Empire Strikes Back: On Hardt and Negri", Historical Materialism 11/1 (2003). [33] "Bu Lenin'in eserlerinde içkin alternatiftir. Ya dünya komünist devrimi ya da İmparatorluk; ve bu iki seçenek arasında derin bir benzerlik vardır" (İmparatorluk, s.248). Halbuki Lenin'in vizyonunda müstakbel bir ultra-emperyalizm değil, sadece devrim vardı. Ayrıca emperyalizmin "pürüzsüz uzam"a evrilmesinin önündeki diyalektik zorluklara dikkat çekiyordu: "Gelişmenin istisnasız bütün işletmeleri ve devletleri yutacak tek bir dünya tröstü yönünde olduğuna şüphe yok. Ama bu doğrultudaki gelişme - sadece ekonomik değil, politik, ulusal, vs. de olan - öyle bir gerilim, tempo içinde, öyle çelişkiler, çatışmalar ve sarsılmalar içinde ilerliyor ki tek bir dünya tröstünden once, ulusal finans kapitaller 'ultra-emperyalizm'in dünya birliğini oluşturmadan önce emperyalizm kaçınılmaz olarak patlayacak, kapitalizm karşıtına dönüşecektir" ("Introduction", Imperialism and World Economy, yazan Nikholai Bukharin [New York, 1929], s.14 [http://makeashorterlink.com/?B20E32B8B]). [34] Bu ekol hakkındaki herşey için: Bob Jessop der., Regulation Theory and Crisis of Capitalism [5 cilt] (2001, Aldershot). [35] Bunun için öncelikle Brenner'ın Mark Glick'le yazdığı ve düzenlemecilerin "Fordist rejim" analizlerindeki tarihsel ve analitik hataları gösteren incelemeye bakılabilir, buradaki eleştirilerin Negri'nin 1980'lerdeki refah devleti çözümlemelerini de sorunsallaştırdığı fikrindeyim: "The Regulation Approach: Theory and History," New Left Review 188 (1991). Brenner'ın ilgili araştırmaları: Turbulence in the World Economy (Londra, 1999) ve The Economics of Global Turbulence (Londra, 2005). 1970'lerin krizinde emeğin rolü hakkında önemli bir tartışma: James Crotty, "Review of Turbulence in the World Economy," Challenge 42/3 (1999) ve aynı yerde Brenner'ın cevabı. [36] George Kenwood ve Alan Loughheed, The Growth of the International Economy 1820-2000 (Londra, 1999); Kevin O'Rourke ve Jeffrey Williamson, Globalization and History (Cambridge, 2000). [37] Brenner'ın Marksistler arasında (Ellen Meiksins Wood, Tony Smith, Vivek Chibber gibi birkaç istisna dışında) hiç hoş karşılanmayan yaklaşımının başlattığı hatt-ı müdafaa tartışmaları hakkında bir kaynakça: http://www.tidsskriftcentret.dk/index.php?id=165. [38] Karl Marx, Grundrisse: Ekonomi Politiğin Eleştirisi İçin Ön Çalışma (İstanbul, 1979), s.445. Bu önerme Negri'nin erken tezlerine yerleşecek ve emperyalist pürüzlerin ortadan kalkmakta olduğuyla ilgili çözümlemesine rehberlik edecektir. Örn. "Interpretation of the Class Situation Today: Methodological Aspects," Open Marxism Volume II: Theory and Practice içinde, derleyen Werner Bonefeld, Richard Gunn ve Kosmas Psychopedis (Londra, 1992). [39] İmparatorluk, s.337. [40] Stanley Aronowitz, "The New World Order," Debating Empire içinde, derleyen Gopal Balakrishnan (New York, 2003), s. 24; Sharad Chari, "The Vicissitudes of Marxism in 'Postmodern' Times," Antipode 35/1 (1999), s.182; Stuart Corbridge, "Countering Empire," Antipode 35/1 (1999), s.187; Green, "The Passage from?," s.44-50; Kalyvas, "Feet of Clay?..." s.269; Pramod K. Mishra, "The Fall of the Empire or the Rise of the Global South?" Rethinking Marxism 13/3-4 (2001), s.97; Steven Sherman ve Ganesh K. Trichur, "Empire and Its Multitude: A Review Essay," Journal of World-Systems Research 10/3 (2004), s.836 ve 842-843. [41] Hardt ve Negri'nin yararlanmamayı tercih ettiği bu tür eleştirel analizler arasında: Howard Botwinick, Persistent Inequalities: Wage Disparity Under Capitalist Competition (Princeton, 1993); Paul Burkett ve Martin Hart-Landsberg, Development, Crisis, and Class Struggle: Learning from Japan and East Asia (New York, 2000); Jeffrey Frieden, Debt, Development and Democracy (Princeton, 1991); Peter Gowan, The Global Gamble: Washington's Faustian Bid for World Dominance (Londra, 1999); Eric Helleiner, States and the Reemergence of Global Finance: From Bretton Woods to the 1990s (Ithaca, 1994); Richard Peet, Unholy Trinity: The IMF, World Bank and WTO (New York, 2003); Susanne Soederberg, "American Empire and 'Excluded States': the Millennium Challenge Account and the Shift to Pre-emptive Development," Third World Quarterly 25/2 (2004); Susanne Soederberg, "The Transnational Debt Architecture and Emerging Markets: The Politics of Paradoxes and Punishment," Third World Quarterly 26/6 (2005). [42] "Affective Labour," Boundary 2 26/2 (1999), s.94. [http://www.makeworlds.org/node/60] [43] Maurizio Lazzarato, "Immaterial Labor," Radical Thought in Italy: A Potential Politics içinde, derleyen Michael Hardt ve Paolo Virno, s.133. [http://www.generation-online.org/c/fcimmateriallabour3.htm] [44] John Holloway'in "emek" kavramını hepten terketmeyi öneren itirazı örnek verilebilir: İktidar Olmadan Dünyayı Değiştirmek (İstanbul, 2003). Sergio Bologna ise sınıf kompozisyonunun Negrici analizine katılmaz (Bowring, "From the Mass Worker to the Multitude," s.112-113). Otonomist hareket içindeki kuramsal ihtilâflar için: Nicholas Thoburn, "Autonomous Production On Negri's 'New Synthesis,'" Theory, Culture and Society 18/5 (2001). [45] İmparatorluk, s.293-314; Michael Hardt ve Toni Negri, Çokluk: İmparatorluk Çağında Savaş ve Demokrasi (İstanbul, 2004), s.122-129. [46] İmparatorluk, s.301. [47] Gindin ve Panitch, "Gems and Baubles in Empire," s.34. Sembolleri ve fikirleri manipüle eden bilgi işçilerinin ABD emek piyasasının marjinal bir kesimini oluşturduğuna dair: Paul Thompson, Chris Warhurst ve George Callaghan, "Ignorant Theory and Knowledgeable Workers: Interrogating the Connections Between Knowledge, Skills and Services," Journal of Management Studies 38/7 (2000). [48] Craig Littler ve Peter Innes, "Downsizing and Deknowledging the Firm," Work, Employment and Society 17/1 (2003). [49] Bu konuda Hardt ve Negri'de değinilmeyen klasik çalışma Arlie Hochschild'ınki olsa gerek: The Managed Heart: Commercialization of Human Feeling (Berkeley, 1983). [50] Örn. Ursula Huws, The Making of a Cybertariat: Virtual Work in a Real World (New York, 2000); Jeremy Rifkin, Biotech Century (New York, 1999); Dan Schiller, Digital Capitalism (Boston, 1999); Tony Smith, Technology and Capital in the Age of Lean Production: A Marxian Critique of the "New Economy" (New York, 2000). [51] Bunu Deleuzeyen-otonomist bir cenahtan daha somut bir araştırma programıyla yapmaya çalışan bir muhalif, her ne kadar gösterişçi kuramcılık illetine bağışıklı değilse de, Nick Dyer-Witheford (Cyber-Marx: Cycles and Circuits of Struggle in High-Technology Capitalism [Illinois, 1999]). Ayrıca video oyunları sektörü üzerine iki meslektaşıyla birlikte yazdığı inceleme de İmparatorluk tezinin gayrimaddi üretim hakkındaki iddialarını sınayan bir metin olarak okunabilir: Stephen Kline, Nick Dyer-Witheford ve Greig de Peuter, Digital Play: The Interaction of Technology, Culture and Marketing (Montreal, 2003). [52] Kapital'i işgal ettiğini söylediği katı, analitik Marx'a karşı Grundrisse'nin dinamik, materyalist Marx'ını savunduğu Marx Beyond Marx ve 1980 tarihli makalesi "The Constitution of Time" bu reddiyeyi kurar. İkinci metin Negri'nin Time for Revolution (New York, 2003) kitabında tekrar basılmıştır. [53] Bak. İmparatorluk, s.360-365; Çokluk, s.160-169. [54] Karl Marx, Dolaysız Üretim Sürecinin Sonuçları / Kapital'e Ek (İstanbul, 1999). [İngilizce tam metin: http://www.marxists.org/archive/marx/works/1864/economic/] [55] Otonomist literatürde "Makineler Hakkında Fragman" diye geçen pasajlar: Grundrisse, s.635-668. [56] Negri'nin değer yasasını çok çabuk harcadığına dair bir karşı-eleştiri için: George Caffentzis, "Immeasurable Value An Essay on Marx' Legacy" The Commoner 10 (2005) [http://www.commoner.org.uk/10caffentzis.pdf]. [57] The Poverty of Theory and Other Essays (Londra, 1978), s.251-255. [Teorinin Sefaleti (İstanbul, 1994).] [58] Guido Baldi, "Negri Beyond Marx", Midnight Notes 8 (1985), s.33. [59] Grundrisse, s.651. [60] Grundrisse, s.652. [61] Grundrisse, s.643. [62] Grundrisse, s.652. [63] Otonomistler Almanca metinde İngilizce geçen bu tabiri gayrimaddi emekçiler kategorisine tahvil etmek niyetiyle "general intellectual" (genel entelektüel) şeklinde bozunuma uğratıyorlar. Bak. Marx Beyond Marx, s.1-21; Paolo Virno, "The Ambivalence of Disenchantment," Radical Thought in Italy içinde. [64] Grundrisse, s.654. [65] Timothy Brennan, "The Empire's New Clothes," Critical Inquiry 29/2 (2003), s.348. [66] Bak. "Ondördüncü Bölüm: Zıt Yönde Etkiler," Kapital, Üçüncü Cilt (İstanbul, 1990). Ayrıca ortalama kâr oluşumunu incelediği İkinci Kısım (8.-12. bölümler) da incelenebilir. [67] Bu tartışma için George Caffentzis'in iki yazısı: "The End of Work or the Renaissance of Slavery: A Critique of Rifkin and Negri," körotonomedya (http://korotonomedya.net/otonomi/caffentzis.html); "Why Machines Cannot Create Value or, Marx's Theory of Machines," Cutting Edge: Technology, Information, Capitalism and Social Revolution içinde, derleyen Jim Davis, Thomas Hirschl ve Michael Stack (Londra, 1997). [68] Giderek kabaran ulusötesi siyâset literatürü bu formları incelemeye koyuldu son yıllarda: Veronika Bennholdt-Thomsen vd. der., There is an Alternative: Subsistence and Worldwide Resistance to Corporate Globalization (New York, 2001); Joe Bandy ve Jackie Smith der. Coalitions across Borders: Transnational Protest and the Neoliberal Order (Boulder, 2004); Donatella della Porta ve Sidney Tarrow der., Transnational Protest and Global Activism (Boulder, 2004); Michael Edwards ve John Gaventa der., Global Citizen Action (Boulder, 2001); John A. Guidry vd. der., Globalizations and Social Mıovements: Culture, Power, and the Transnational Public Sphere (Ann Arbor, 2000); Sanjeev Khagram vd. der., Restructuring World Politics: Transnational Social Movements, Networks, and Norms (Minneapolis, 2002); Tom Mertes der., The Movement of Movements: A Reader (Londra, 2004); Robert O'Brien vd. der., Contesting Global Governance: Multilateral Economic Institutions and Global Social Movements (Londra, 2000); Jackie Smith ve Hank Johnston, Globalization and Resistance: Transnational Dimensions of Social Movements (Boulder, 2002); Amory Starr, Naming the Enemy: Anti-Corporate Movements Confront Globalization (Londra, 2000); Amory Starr, Global Revolt: Guide to Social Movements against Globalization (Londra, 2005); Peter Waterman, Globalization, Social Movements and the New Internationalisms (Londra, 1998). [69] Şiddet Üzerine Düşünceler (İstanbul, 2002). [70] Ne Yapmalı?: Hareketimizin Canalıcı Sorunları (İstanbul, 1968), dördüncü bölüm. [71] Jeffrey Shantz, "A Post-Sorelian Theory of Social Movement Unity: Social Myth Reconfigured in the Work of Laclau and Mouffe," Dialectical Anthropology 25 (2000), s.99. [72] Ronaldo Munck, "Global Social Movements or Sorel in Seattle," The Global Site (http://www.theglobalsite.ac.uk/press/401munck.htm). [73] "Faiz, kârın, yani faal kapitalistin işçiden sızdırdığı artı-değerin bir parçasından başka bir şey olmadığı halde, şimdi tam tersine, faiz sanki sermayenin tipik ürünü, asıl öğesi ve, [şirket] kârı şeklindeki kâr ise, yalnızca yardımcı bir öğe ve yeniden-üretim sürecinin bir yan ürünü olarak görünür. İşte böylece, sermayenin fetiş biçimine ve fetiş sermaye kavramına ulaşmış oluruz" (Kapital, Üçüncü Cilt, s.343). [74] "Kendi mitimizi yaratmış bulunuyoruz. Bir inançtır bu mit, bir ihtirastır. Gerçekleşmesi gerekmiyor. Mitimiz iyi olması, bir umut vaâdetmesi, bir inanç olması, cesaret demek olması nedeniyle gerçektir zaten. Mitimiz Millet'tir, mitimiz Millet'in ululuğudur! Ve gerçekliğe tercüme etmek istediğimiz bu mite, bu yüceliğe, geri kalan herşeyi, herkesi tâbi kılmak istiyoruz" (Benito Mussolini, Napoli'de verdiği bir söylevden, 24 Ekim 1912). [75] İmparatorluk, s.17. [76] İmparatorluk, s.86. [77] Çokluk, s.355. [78] Çokluğun "mikro" olanını kutlayan bu dışlayıcı tavrın somut bir örneğini Michael Hardt sergilemişti: "Porto Alegre: Today's Bandung?" New Left Review 14 (2002) [http://www.newleftreview.net/NLR24806.shtml]. Yerinde bir cevap Tom Mertes'ten geldi: "Grassroots Globalism: Reply to Michael Hardt," New Left Review 17 (2002) [http://www.newleftreview.net/NLR25106.shtml]. [79] Véronique Voruz, "Sovereignty, Power And Resistance," International Journal for the Semiotics of Law 15 (2002), s.238. [80] Jean-Luc Nancy bu tür içkinci-cemaâtçi ihtirasların gerçekleşmesinin imkânsız, daha kötüsü, totaliter sonuçlara gebe olduğunu tartışıyor: The Inoperative Community (Minneapolis, 1991). Bu ihtirasın tutmayan dikişleri için ayrıca: Louise Amoor ve Paul Langley, "Ambiguities of Global Civil Society," Review of International Studies 30 (2004). [81] Anthony Burke, "The Perverse Perseverance of Sovereignty," Borderlands 1/2 (2002) [http://makeashorterlink.com/?Y20621F8B]. [82] Partha Chatterjee, The Politics of the Governed: Reflections on Popular Politics in Most of the World (New York, 2004), s.103. [83] Partha Chatterjee, "Empire after Globalisation," Economic and Political Weekly (11 Eylül 2004) [http://makeashorterlink.com/?K33742F8B]. [84] David Lloyd, "Nationalisms against the State: Towards a Critique of the Anti-Nationalist Prejudice," Gender and Colonialism içinde, derleyen Timothy P. Foley vd. (Galway, 1995). [85] Carlos A. Molina Bustos, "Toward a Recovery of Popular Sovereignty," NACLA Report on the Americas 37/1 (2003); Michael Goldman, "Introduction: The Political Resurgence of the Commons," Privatising Nature: Political Struggles for the Global Commons içinde, derleyen Michael Goldman (Londra, 1998); Josée Johnston ve Gordon Laxer, "Solidarity in the Age of Globalization: Lessons from the Anti-MAI and Zapatista Struggles," Theory and Society 32 (2003); Gordon Laxer, "Radical Transformative Nationalisms Confront the US Empire," Current Sociology 51/2 (2003); Stephen Turner, "Sovereignty, or the Art of Being Native," Cultural Critique 51 (2002). [86] Karl Marx, "A Worker's Inquiry," La Revue Socialiste, 20 Nisan 1880 [http://makeashorterlink.com/?I3E15109B]. [87] "No Politics Without Inquiry!: A Proposal for a Class Composition Inquiry Project 1996-7," Common Sense 18 (1995) [http://www.wildcat-www.de/en/material/cs18inqu.htm] Birikim 197, Eylül 2005 |
||||||||||||||||||||||||||||||||||
|