|
||||||||||||||||||||||||||||||||||
Yürekteki Rüzgar: Zapata'nın ÇocuklarıFeza Arslan"Ama herkes umutsuzluğun ve konformizmin sesini dinlemiyor. Herkes kendini cesaretsizliğin kızağında kaymaya bırakmıyor. Çoğunluk, milyonlar, iktidarın sesini dinlememeye devam ediyor, ve duyamıyorlar, onlar, kulaklarının içine ölümün ve sefaletin çığlıklarını atan kan ve gözyaşlarıyla sağırlaşmışlar. Ama bir dinlenme anında, çünkü bu hala mümkün, başka bir sesi dinliyorlar, yukarıya ait olmayan, aşağılardan esen, dağlardaki yerlinin yüreğinde doğan bir rüzgarla taşınan ve onlara adaletten, özgürlükten bahseden, onlara sosyalizmden bahseden, umuttan, dünyadaki yegane umuttan bahseden sesi..." Marcos, Ağustos 1992 Dünyanın hemen her yerinde neoliberal projelerin hızla yaşama geçirilmeye çalışıldığı, kapitalizmin zaferinin kutsandığı, sosyalizmin ve solun hem teorik hem de pratik olarak yenildiğinin ve solun yenilgisiyle birlikte eşitlik, özgürlük ve kardeşliğe dayalı toplumsal tahayyüllerin de kaçınılmaz olarak olanaksızlaştığının ilan edildiği bir konjonktürde, dünya gündemine biraz da gökten inercesine düştü Zapatistler. Hem de ABD'nin burnunun dibinde, neoliberal politikaların başarıyla uygulandığı, özelleştirmelerin son hızla yürüdüğü, makroekonomik göstergelerin ekonominin sağlıklı olduğuna işaret ettiği Meksika'da, tam da Meksika'nın birinci dünyaya sembolik adımını attığı 1 Ocak 1994'de. (Kuşkusuz, bütün bunlar bir milyondan fazla kişinin işsiz kalması, ücretlerin dondurulması, sendikaların susturulması, gelir dengesizliğinin büyük boyutlara ulaşması pahasına olmuştu.) Zapatistlerin o gün işgal ettiği beş kentten biri olan La Realidad'ın sokaklarında yeni yıla girişi ve Nafta Anlaşmasını kutlayan Amerikalılar ile Zapatist Ulusal Kurtuluş Ordusu (EZLN) gerillalarının ironik karşılaşması, adeta zafer sarhoşu kapitalizm ile öldü denilen solun, tarihin sonu yalanına hayır diyenlerin, ısrarla "herkese demokrasi, özgürlük, adalet" isteyenlerin karşılaşmasıydı. Bu ironik durum öylesine ciddiydi ki sadece Meksika'nın birinci dünyaya giriş mitini sona erdirmekle kalmıyor, komutan yardımcısı Marcos'un deyişiyle "tarihin sonunun geldiği kandırmacasını da yok ediyordu". Beş kenti işgal ederek dünyaya tamamen askeri bir örgüt izlenimi verse de, EZLN'nin dünya solu açısından önemli bir pratik olduğunu ve büyük farklılıkları temsil ettiğini o günden görmek mümkündü. Valilik Binasının işgalinde tek kurşun sıkılmayışı, yalnızca ses bombası kullanılması (1), bir hükümet görevlisinin tarihsel değeri olan dökümanlara dokunulmaması ricasına uyulması ve bu dökümanların bulunduğu odanın gerillalar tarafından korunması, üstelik bu duyarlılığın 500 yılın ezilmişliğine, sömürülmüşlüğüne ve aşağılanmışlığına rağmen olması, devrimcilik ile vandalizm ve yıkıcılık arasına kalın bir çizgi çekti. Bu pratikten sonra, hiç bir şiddet ve yıkıcılık gösterisinin sol adına meşrulaştırılamayacağı söylenebilir. EZLN'nin kör şiddeti dışlayan ve mücadelesinin hiç bir şekilde lekelenmesine izin vermeyen pratiği (halkı yanına çekmek için zora dayalı herhangi bir yöntem kullanmaması; yakaladığı bir işkenceci generali, onun için en büyük cezanın işkence yaptığı insanların onu affetmesi olduğunu söyleyerek serbest bırakması; uyuşturucunun, devletin de bileşeni olduğu informal bir sektör olduğu Meksika'da uyuşturucuyla ve uyuşturucu ticaretiyle mücadele etmesi) sadece bir taktiğe değil, yeni bir sol etiğe ve devrimci politika yapma tarzına, adeta Le Guin'in Mülksüzler romanındaki "araç amaçtır" ifadesinden beslenen bir etiğe ve politika yapma tarzına işaret etmekte. EZLN bir ordu, ancak başka seçenekleri kalmadığı için silahlı mücadeleyi seçenlerin, insanların asker olmaya gereksinim duymayacakları günü görmek isteyenlerin ordusu. EZLN'nin "ordu olmayan ordu" olmasını, ilerde detaylı olarak anlatacağım yerli topluluklarında doğrudan demokrasiyi yaşama geçiren karar alma mekanizmasından silahlı ayaklanmadan elli gün sonra görüşmeye hazır olduğunu açıklamasına, iktidarı militarist bir tarzda ele geçirme amacı gütmemesinden Meksika ordusu dağlara saldırdığı zaman ateş etmeden geri çekilmesine kadar her pratiğinde görmek mümkün. Aslında, EZLN silahlı ayaklanmayı dünyanın ve Meksika'nın gözünü Chiapas'a çevirmenin ve radikal değişiklikler için hükümetle masaya oturmanın bir aracı olarak kullandı. Regis Debray'ın belirlediği gibi silahlar hala zaman zaman kesilen ve yeniden başlayan barış görüşmelerini kolaylaştırmak için var, tıpkı bu görüşmeleri mümkün kıldıkları gibi (2). Chiapas'ın, son derece zengin kaynaklarına rağmen, bu kaynakların zalimce sömürüsü ve elde edilen gelirin çok küçük bir bölümünün Chipas'a geri dönmesi nedeniyle kelimenin tam anlamıyla sefalet koşullarında yaşanan bir bölge olması (bir çok evin elektriği, suyu yok; çocuk ölümlerinin oranı %46.6 ve ülkenin en yoksul bölgesi (3).) ayaklanmayı Meksika kamuoyunda büyük bir haklılık ve meşruluk zeminine oturttu. Hükümetin sözde de olsa hemen bölgeye yönelik projeler oluşturması ve barış görüşmelerinin çok kısa bir süre içinde başlaması da bunun kanıtı. Ancak iktidardaki Kurumsal Devrim Partisi (PRI) ve neoliberal politikaların uygulanmasını destekleyenler olayı sadece bir yerli ayaklanması gibi gösterip, bölgesel olduğunu iddia ederek Meksika gerçekliğinden soyutlamaya ve Zapatistleri yalnızlaştırmaya girişirken, EZLN ise sorunun ulusal olduğunu ve kendisinin bir ulusal devrimci hareketin, kendi mücadele yöntemini seçmiş bir bileşeni olduğunu açıklayarak Meksika'nın geniş kitelerinin kalplerini ve bilinçlerini kazanmayı amaçlayan bir mücadeleye girişti. Bir elde bölgesel, yerli talepleri, diğerinde çoğulcu, çoketnili bir toplumda demokrasi, adalet ve özgürlük hedefleyen ulusal amaçlar (4). Zapatistleri klasik anlamdaki devrim, devrimci özne kavramlarıyla ve ortodoks bir marksizm kavrayışıyla açıklayabilmemiz mümkün değil. Kuşkusuz, işçi sınıfının iktidarını talep etmedikleri ve hatta işçi sınıfının mutlak devrimci özne olmadığını söyledikleri için marksist olmadıklarını söyleyip yadsıyanlar olabilir, ancak bu hem Zapatistlerin marksizm ve sosyalizmle kurdukları ilişkiyi kaçırmaya yol açar hem de bir özgürleşme hareketi olarak Zapatistlerin sol adına yaşama geçirdiklerinden yararlanamaz. Ortada sömürüsüz, özgür, adaletli bir dünya isteyenlerin kayıtsız kalamayacağı, neoliberalizme karşı umut enternasyonali toplayabilme enerjisi ve kararlılığına sahip, yerlilerin önderlik ettiği Debray'ın deyişiyle "yüzbinlerce nesne-insanı tarihin öznelerine dönüştüren" bir hareket var (5). Marcos, "eğer ortodoks solcular olsaydık, yerlilerle hiç çalışmazdık. Şimdi, bugün bir çok teorinin krizde olduğunu düşünüyorum." diyerek 1 Ocak'taki ayaklanmadan önce kimsenin Meksika'daki devrimin proleterya dışındaki bir sınıf ya da grup tarafından yönlendirilebileceğini düşünmediğini, hele yerlilerin böyle bir mücadelenin sürükleyicisi olabileceğini kimsenin aklının almayacağını söylüyor (6). Oysa, gerçekten de EZLN işçileri, yerli olmayan köylüleri, öğrencileri, öğretmenleri ve tüm diğer toplumsal kesimleri geniş bir devrim mücadelesinde örgütlemek isteyen bir politikanın taşıyıcısı oldu. Bu devrim, iktidarın ele geçirilmesini değil, bir demokratik mücadele alanının, farklı politik güçlerin ülkenin politik yönelimini etkilemede eşit olanaklara ve fırsatlara sahip olduğu bir denge durumunun yaratılmasını amaçlıyor (7). Marcos, bu devrim sonucu oluşacak demokratik çözüm alanını detaylı olarak şu şekilde ifade ediyor: (bu demokratik çözüm alanı oluştuktan sonra) "Eğer ülke için bir neoliberal öneri varsa, bunu elemeye çalışmamalı, bununla yüzleşmelıyiz. Bir Troçkist öneri, bir Maocu öneri, bir anarşist öneri ya da Gueveracıların, Castrocuların, varoluşçuların veya düşünebileceğiniz herhangi bir 'ist'in önerisi varsa bu elenmemeli. Şu anda olduğu gibi dar gruplar arasında tartışılmamalı. Ülkenin kalanı seyirci olmamalı. Tüm insanlar hangi öneriyi kabul edeceklerine karar vermeli, yani insanları düşüncenizin doğru olduğuna ikna etmeniz gerekli. Bu, devrim, devrimci sınıfın hangisi olduğu ve devrimci örgütün ne olduğu gibi kavramları radikal bir biçimde değiştirecek. Artık sorun diğer projelere karşı savaşmak değil fakat insanları ikna etmek olacak. Bu nedenle Zapatist devrim iktidarın ele geçirilmesini ve homojen ideolojik devrim kavramını önermiyor. Biz diyoruz ki, evet bu ülkenin nasıl olması gerektiğine ilişkin bizim de düşüncelerimiz var, fakat bunu konuşmadan önce eksik olan bir şeyler var. Hükümetin mantığını taklit edemeyiz. Onların ülkeye dair Federal Ordunun silahlarıyla dayattıkları bir vizyonları var. Biz bu mantığı tersine çevirip, şimdi de Zapatist vizyonun Zapatist ordunun silahlarıyla dayatılacağını söyleyemeyiz." (8) Marcos bu düşünceler temelinde, EZLN’nin projesini daha sonra açıkça şu biçimde ifade etti: "Bir demokrasiye geçiş projesi, fakat her şey aynı kalsın diye değişim taklidi yapan çürümüş düzen içinde bir geçiş değil, ulusun yeniden inşa projesi olarak demokrasiye geçiş; ulusal bağımsızlığın savunulması; güçlü arzular olarak adalet ve umut; liderlik için kılavuz olarak gerçek ve itaat ederek yönetme; demokrasi ve özgürlüğün sunduğu denge ve güvenlik; yeni bir politika yapma tarzı olarak diyalog, hoşgörü ve kapsama. Bu proje hala yaratılma durumundadır, ve homojen bir politik güce veya bir bireyin hayırseverliğine değil, ulusun duygu ve düşüncelerini toplama yeteneğine sahip geniş muhalefet hareketine karşılık gelecektir." (9) EZLN, çok yönlü bir mücadele perspektifiyle, bu projeyi hegemonik kılma mücadelesine girişti. Bu öncelikle, sivil toplumda tesis edilmiş olan hegemonyanın kırılması ile mümkün olduğundan, mücadelenin ilk adımı yetmiş yıldır iktidarda olan Kurumsal Devrim Partisinin ideolojik hegemonyasının yıkılmasıydı. Bu nedenle EZLN devlet partisi sistemiyle ve onun kapitalistleşmeden (ve bugün neoliberalleşmeden) başka bir şey olmayan modernleşme projesiyle hesaplaşmaya girişerek, bütün Meksika sivil toplum örgütlerini devlete karşı geniş bir cephede mücadeleye çağırdı. EZLN'nin barış görüşmelerini kamuya açık, Meksika'nın ve yerlilerin sorunlarının tartışıldığı platformlara dönüştürmeye çalışmasından barış görüşmelerinde sivil toplum örgütlerinin barış zinciri oluşturmasını sağlamasına, 6000 kişi ile Ulusal Demokratik Birliğin toplanmasına öncülük etmesinden Sivil Zapatist Hareket oluşturmasına, cephe politikasından bir silahlı savaşı gereksiz kılmak için demokratik ve barışcıl bir ulusal hareket geliştirmesine bütün eylemlerinde, farklı mücadeleleri Marcos'un ifade ettiği proje etrafında ilişkilendirmeyi amaçlayan, sivil toplumda verilen bir hegemonya mücadelesini görmek mümkün. Mücadelesi başarılı olsa da olmasa da Zapatizm, Barrett'in Thatcherizme ilişkin belirlemesinde söylediği gibi "basitçe kimi ekonomik politikaları dayatmaktan çok toplumsal yaşamın bütün dokusunu yeniden yapılandırmak, bütün öznellik ve siyasal kimlik oluşumunu değiştirmek olduğu için niyet itibarıyla hegemoniktir." (10) EZLN, çok yönlü mücadele perspektifiyle, ulusal sivil toplumu harekete geçirdiği gibi, uluslararası sivil topluma da ulaşmaya çalıştı. Bu, hükümetin saldırılarının durdurulmasında ve barış görüşmelerinin sağlanmasında büyük rol oynadı. Marcos’un, sivil toplum olarak biraraya gelme ve dünyadaki özgürlük ve adalet istemlerini eklemleme çağrısının bir çok farklı cephede dillendirildiğini söyleyen Rashkin, sadece savaş alanında değil, televizyon, gazete ve internet aracılığıyla bilgisayarda verilen yeni bir devrim mücadelesi biçiminden sözediyor (11). Bütün bu çabaların ve EZLN’nin sivil mücadele çağrısının yanıt bulduğunun anlaşıldığı nokta, EZLN’nin ulusal ve uluslararası sivil topluma, istekleri ve geleceği hakkındaki düşüncelerini sorduğu Barış ve Demokrasi için Referandum oldu. Katılan Meksikalı’ların sayısının 1.200.000 kişiye ulaştığı referandumda, katılanların %97’si EZLN’nin temel taleplerine evet dedi (12). Ayrıca internet aracılığıyla dünyanın her yerinden, isteyen herkes referanduma katıldı. Referandumun Meksika’da gerçekleşmesini sürekli birbirleriyle bağlantı kuran 40.000’den fazla örgütleyici insan sağladı, ve bu insanlar EZLN’nin silahsız tabanı olarak nitelendi (13). Bu EZLN’nin ulusal bir hareket ve sivil bir muhalefet olmayı başardığının da göstergesiydi. Marcos, artık bunu açık bir biçimde söyleyebiliyor: "Zapatizm sivil bir muhalefettir, bir kesimi silahlı olsa da, askeri bir muhalefet değildir. Bugün Mexico City’de, bir çok silahsız kimse, bizim gibi düşünüyor. Onlarla bütünleşmeliyiz." (14) Bu mücadelenin sosyalist bir projeyi hegemonik kılmaya yönelmediği ve bu anlamda da ilk hedef olarak sosyalizmi amaçlamadığı söylenebilir. Ancak bu Zapatistlerin sosyalist olmadıklarını göstermez, çünkü Zapatistler, devrimin ilk hedefinin yeni bir ülke yaratmak olmayacağını bilinçli bir tercih olarak ortaya koyuyorlar. Zapatistler, sosyalist bir projeye sahip olsalar bile, bunu, bir projeyi kitlelerle tartışmanın ve geliştirmenin mümkün olacağı, manipülasyon ve dayatmaya dayanmayan bir ikna sürecini olanaklı kılan ve bir devrim sonucu oluşacak demokratik çözüm alanına sunmayı tercih ediyorlar. Bunu, toplumun çoğunluğunun desteği olmadan dayatılan devrimin sonunda kendisine yöneleceği düşüncesine dayandırıyorlar. Bu nedenle, önerdiklerini 'devrimi olanaklı kılan bir devrim' olarak formüle ediyorlar. Bu yönüyle bu projenin aslında katılımcı bir sosyalizmin yolunu açtığı düşünülebilir veya bu projeye içsel sosyalist taleplerden sözedilebilir. Üzerinde uzun uzun tartışılması gereken bu demokratik çözüm alanını ve onun oluşturulması perspektifini, Marcos'un gazetelere yolladığı bir bildiriden aktarmanın yararlı olacağını düşünüyorum: "Meksika'daki devrimci dönüşümün, kelime anlamıyla bir eylemin meyvesi olmayacağını düşünüyoruz. Yani gerçek anlamıyla bir askeri ya da sivil bir devrim olmayacak. Aslolarak, birçok sosyal cephe üzerinde, çeşitli yöntemlerle, değişik sosyal formlar altında ve çeşitli derecede katılımlarla ve sorumluluklarla gerçekleşen bir mücadelenin sonuçlandırdığı bir devrim olacak. Bu sonuç, belli bir sosyal öneriyi taşıyan bir partiye, bir örgüte ya da örgütler topluluğuna ait olmayacak, ama çeşitli politik öneriler içinde sağlanan demokratik çözüm alanına ait olacak. Bu demokratik çözüm alanı, şimdiden tarihsel olarak ayrılamayan üç temel kaide ile hudutlanacak: ağırlıkta olan sosyal talebi belirlemek için demokrasi, şu ya da bu öneriyi seçmek için özgürlük, ve tüm önerilerin kendilerini koruyabilmeleri için adalet. Meksika'daki devrimci dönüşüm belirli bir takvimi izlemeyecektir, ağır bir birikimden doğan kasırga biçimini ya da muhalif güçleri yavaş yavaş bozguna uğratan bir sosyal mücadeleler dizini biçimini alacaktır. Meksika'daki devrimci dönüşüm, bir üst şef tarafından yönlendirilen homojen bir grubun komutasında değil, ama aynı ortak noktanın -üzerinde yeni Meksika'nın şekilleneceği ya da hiç olmayacağı, adaletin, özgürlüğün ve demokrasinin üç ayaklı tablosu- etrafında dönen değişik güçlerin çoğulluğunda yapılacaktır." Bu bağlamda, Marcos'un ifade ettiği projeyle Laclau ve Mouffe'un ifade ettiği radikal demokrasi projesi arasındaki benzerliklerden sözedilebilir. EZLN hareketinin bazılarınca postmodern gerilla olarak nitelenmesi de postmarksizmle ilişkilendirilmesine dayanıyor. Marksizmin sınıf özcülüğünü reddeden, Marksist çözümlemede sınıfa otomatik ayrıcalık tanımaya karşı çıkan Laclau ve Mouffe, postyapısalcı düşüncelerin ışığında Marksist siyasal düşünce geleneğini yeniden okurlar (15). Bu anlamda, postmarksizm Barrett'ın ifadesiyle "Marksizm içinde ileri sürülen savların sistematik bir teori olarak Marksizmin geçerliliğine meydan okuyacak şekilde kimi önemli 'postyapısalcı' düşüncelerle çakıştığı çok ilginç bir noktayı belirtir." (16) Ekonomik alanın dışında da, farklı baskı altına alma ve ezen-ezilen ilişkilerinin var olduğunu, kadınların, eşcinsellerin, etnik azınlıkların bu bağlamda da değerlendirilmesi gerektiğini söyleyen Laclau ve Mouffe, Gramsci'nin sınıflar dışındaki grupların da potansiyel olarak değişimin taşıyıcısı olabilecekleri ilkesini kadınlar, eşcinseller, etnik gruplar gibi politik aktif grupların ve öznelerin toplumsal inşasını kapsayacak biçimde genişletirler (17). Radikal demokrasinin görevi de bu çeşitli mücadelerin birbirine eklemlenmesidir. Mouffe, radikal demokrasiye düşen demokratik devrimi derinleştirmek ve çeşitli mücadeleleri birbirine bağlamak gibi bir görevin, örneğin anti ırkçılık, anti cinsiyetçilik ve anti kapitalizmin müşterek eklemlenmesine izin verecek yeni özne-konumlarının yaratılmasını gerektirdiğini, bu mücadelelerin kendiliklerinden yöndeşlik içine giremeyeceğini ve demokratik eşdeğerlikler yaratabilmek için farklı grupların kimliklerini dönüştürecek yeni bir 'ortakduyu' gerektiğini, bu ortakduyu sayesinde her grubun talebinin öbürlerininkiyle demokratik eşdeğerlilik ilkesi uyarınca eklemlenebileceğini söyler (18). Hatta, Laclau ve Mouffe, sosyalist taleplerin demokratik devrime içsel bir an olarak görülmesi gerektiğini, ve yalnızca demokratik devrimin kurduğu eşdeğerlilik mantığı temelinde kavranabileceğini yazarlar (19). Zapatistler, sadece sınıf temelli politika yapmamaları ve özsel olarak devrimci olan özne anlayışına sahip olmamaları (yerlilerin bir devrim mücadelesinin sürükleyicisi olması; mutlak devrimci özne değil, mücadeleyle ve hegemonik bir projeyle öne çıkan devrimci özne anlayışına vurgu yaparak sınıfa otomatik ayrıcalık tanımaya karşı çıkmaları; biri sömürülen sınıfların birliği, diğeri çeşitli sınıfların birliği olan iki cephenin paralel inşasının mümkün olduğunu ve birbirleriyle çelişmediğini söylemeleri (20)), toplumsal olarak kurulmuş farklı politik öznelerin mücadelelerini bir ortakduyu sayesinde (devlet partisi sisteminin yıkılması, ulusun yeniden tanımlanması ve demokrasi, özgürlük ve adalet ile hudutlanan bir demokratik çözüm alanının yaratılması) eklemleme çabalarıyla radikal demokrasi projesiyle ilişkilendirilebilir. Zapatistlerin iktidarı ele geçirmeyi değil, iktidar ilişkilerinin değişimini, çeşitili demokratik mücadelelerin eklemlenmesini ve demokratik çözüm alanının yaratılmasını hedefleyen ve demokratik mevziler için savaşan tarzı, Mouffe'un ifade ettiği, demokratik pratiklerin çoğaltılmasını, bir özne konumları çoğulluğunun demokratik matris yoluyla oluşturulmasına elverecek şekilde çok daha çeşitli toplumsal ilişkiler içinde kurumlaştırılmasını gerektiren demokratik değerlerin hegemonyasının (21) kurulması mücadelesini kapsayan bir tarz. Adalet ve eşitlik gibi kategorileri liberal bağlamlarından çıkarıp demokratik bir söyleme eklemlemeleri de iki projeyi benzer kılan bir diğer yan. Ayrıca, radikal demokrasi projesinin bir görev olarak önüne koyduğu modernitenin demokratik projesinin izlenmesi ve derinleştirilmesi (22) Zapatistlerin projesinin de temel bir bileşenidir. Zapatistlerin tüm söylem ve pratiğinde bunu görmek mümkün. Laclau ve Mouffe, bu konudaki temel kitapları olan Hegemonya ve Sosyalist Stratejide evrensel söylemler çağının sona erdiğini yazmışlardı. Oysa, bütün yerelliği ve yerellik vurgusuyla birlikte Zapatistlerin sosyalizmin bir evrensel söylem olarak yeniden kurulabilmesinin potansiyelini taşıdığını düşünüyorum. Marcos’un, gerek yazının girişinde aktardığım ifadesinde, gerekse şu sözünde bunun nüvelerini görmek mümkün: "Asıl amacımız, büyük Meksikalı ve dünyalı çoğunlukla, Meksika’daki ve dünyadaki silahlı olmayan, ama düşleri bizden farksız olan Zapatistler yani ezilenlerle birleşerek, unutulmuş/unutturulmuş büyük insanlığın dünyayı dönüştürecek mücadelesine mal olmaktır." (23) EZLN’nin projesinin radikal demokrasi projesi ile benzerlikleri ya da özgün bir devrim perspektifi olan bir radikal demokrasi projesi olup olmadığı tartışılabilir. Ancak her durumda, EZLN’nin Gramscici Marksizmden büyük ölçüde etkilenmiş, Gramscici Marksist geleneğin kavramlarını geliştirerek kullanan bir hareket olduğunu söyleyebiliriz. EZLN’nin pratikle kucaklaşması ve kitleselleşmesi, Perry Anderson’ın Batı Marksizminin ayırıcı özelliği olarak belirlediği "politik pratikten yapısal kopukluğun" (24) Gramsci’den beslenen gelenekle aşılabileceğine ilişkin ipuçları veriyor. Bunun her bir nedeni üzerinde uzun uzun tartışılabilir, ancak ben sadece EZLN pratiği ile ilişkilendirerek satırbaşlarını vermekle yetineceğim. Sosyalizmin gerçekleşebilir ve toplumun geniş kesimlerince istenir bir proje olmaktan çıkmasıyla birlikte, sanayi proleteryasının rolü ve mutlak devrimci özne oluşu daha fazla sorgulanmaya başladı. Böylece gerek işçi sınıfının tanımını maaşlı çalışanların çoğunu kapsayacak biçimde genişletme, gerekse sınıfsal temeli olmayan farklı demokratik mücadeleleri eklemleme çabaları, Gramsci’nin hegemonya kavramı üzerindeki ilgiyi yoğunlaştırdı, çünkü "bu kavramın ve onun merkezi öğesi olduğu geniş bir politik duruşun, yeni ve uygun bir politika geliştirmenin bir yolunu sunabileceği umut edilir oldu." (25) Barrett’ın en iyi rızanın örgütlenmesi olarak anlaşılabilir dediği (26) hegemonyanın önemini çok iyi kavrayan EZLN, "devlet partisi sisteminin yıkılıp, ulusun yeniden tanımlanması ve demokrasi, özgürlük ve adaletle sınırlanan demokratik çözüm alanının yaratılması" projesini hegemonik kılma girişiminde epeyce yol katetti. Yine Gramsci’nin hegemonya kavramı ile ilişkili olarak kavramsallaştırdığı, Barrett’ın "siyasal hegemonya kazanma, rıza alma muharebesi, insanların sadece geçici itaatlerini ya da oy desteklerini değil kalplerini ve zihinlerini kazanma mücadelesi olarak tanımladığı" (27) konum savaşında da, EZLN yukarıda örneklerini verdiğim çok yönlü perspektifiyle başarılı oldu. Gramsci’nin terimleriyle "hareket savaşı"nı (Ocak 1994 ayaklanması), "konum savaşı"nı başlatabilmenin aracı olarak kullanan EZLN bu tarihten sonra, farklı cephelerde bu konum savaşını sürdürdü ve dünyada 90’ların en ciddi toplumsal hareketi haline geldi. Bu anlamda Gramsci’ye ve hegemonya kavramına yönelik ilginin haksız olmadığını da göstermiş oldu. Bir diğer önemli nokta da, ancak Gramscici Marksizmin "sınıfların dışındaki grupların da potansiyel olarak değişimin taşıyıcısı olabileceklerini söylemesi (örnek olarak da ulusal kurtuluş hareketlerini vermesi), bir sınıfın tarihsel ve politik olarak potansiyel aktif bir taşıyıcı olabilmesi için inşa edilmesi gerektiğini belirtmesi ve ekonomizme karşı çıkarak siyasalı vurgulamasına" (28) dayanan bir geleneğin, EZLN ile birlikte Meksika için yerlilerin devrimci özne olarak öne çıkıp, ulusal bir devrim düşüncesinin sürükleyicisi olmasını açıklayabileceği ve ancak böylesi perspektiften beslenen bir geleneğin bu pratiği yaratabileceğidir. "İdeoloji, kültür ve popülizmi ciddiye alan" (29), geleneğin rolü ve önemini kavrayan, somut koşulların somut analizini öne çıkaran Gramscici Marksizmden beslenmenin zenginliğini EZLN’nin pratiğinde (ilerde açacağım yerli kültürü ve gelenekleriyle kurduğu ilişkide, mücadelesinin ilkesizlik olarak asla nitelenemeyecek esnekliğinde ve çok yönlü perspektifinde) görmek mümkün. Croce’un insanların kollektif değişim projeleri oluşturup, bunlara erişmek için harekete geçebileceklerini ima eden insan bilinçliliğinin kurucu rolüne vurgusunu (insanın kendi tarihini yapabilme potansiyeline sahip olduğu, tarihi ne Tanrı’nın, ne de nesnel tarihsel yasaların yönlendirdiği düşüncesi) önemseyen Gramscici gelenek (30), aslında bu yönüyle Latin Amerika’nın toprağında var. Zapatistler de insanlara olan sarsılmaz inançları ve nesnel tarihsel yasalarla açıklanamayacak bir kollektif değişim projesinin sürükleyicisi olmaları ile bunun bir örneği olarak değerlendirilebilir. Bu konuda son bir nokta olarak, politik pratikle kopukluğu aşabilme konusunda Gramscici geleneğin Althusserci gelenekten önemli bir farkını ifade etmek gerek. Boccock, "Althusser’deki sivil toplum kavramının kaybının önemli bir sorun olduğunu, çünkü bu kavram olmadan hegemonyaya devletçi olmayan bir yaklaşımın mümkün olmadığını" söyler (31). Bu anlamda, EZLN pratiğinde Althusserci geleneğin pratik bir eleştirisi olarak, iktidarı ele geçirme amacı olmadan, tamamıyla sivil toplum üzerinde verilen bir hegemonya mücadelesini görmekteyiz. Bu da Gramscici geleneğin özgün bir yorumu olarak değerlendirilebilir. Bu nokta, tam da Zapatistlerin-Marcos’un deyişiyle "Tarihsel Öncüler" tarafından-proleterya yerine sivil topluma dönmekle suçlandığı (32) nokta. (sivil toplumcuların da Marcos’u, rahatlarını bozmakla suçladığını unutmamak gerek.) Ancak bu suçlama, EZLN pratiğinin ortodoksiye yönelttiği devrim, devrimci özne ve devrimci örgüte ilişkin sorulara yanıt aramayan, EZLN’yi anlamaya çalışmayan bir bakışın sonucu, çünkü daha önce belirttiğim gibi, EZLN tam da ortodoks Marksizmle ve klasik Latin Amerika gerilla örgütleriyle hesaplaşmanın bir ürünü. Bugün klasik anlamdaki Latin Amerika gerilla örgütlerinden bir çok yönüyle farklı bir yapı olarak değerlendirilen EZLN'nin Latin Amerika sol geleneğiyle ilişkisini tartışmanın, ve gerek farklılaşmasının, gerekse ortodoksiyle hesaplaşmasının hangi koşullarda gerçekleştiğini görmenin, Zapatist gerçeğini anlamak açısından yararlı olacağını düşünüyorum. Latin Amerika'da determinist ve mekanik Marksizm yorumlarının etkilerinden uzak durabildiği için özgün devrimler ve sosyalizm pratikleri yaratabilmiş, Gramscici Marksizme yakın bir gelenek hep vardı. Michael Lowy, "Marksizmin Latin Amerika'da Benimsenmesi" yazısında Peru Komünist Partisinin kurucusu olan Jose Carlos Mariategui'nin karşı-evrimci Marksist bir yaklaşımla, 1920'li yıllar boyunca Peru ve Latin Amerika gerçeğini araştırdığını, sosyalist bir bakış açısına yararlı Avrupa kökenli zorunlu teknik yenilikleri ile yerli topluluklarının geleneklerini diyalektik bir ilişki içine sokmayı amaçladığını ve Küba, Nikaragua'daki devrimlerin, Salvador ve Guatemala'daki devrimci hareketlerin Mariategui'nin çalışmasıyla doğrudan ilişkisi olmamakla birlikte, evrimci olmayan köktenci toplumsal değişim eylemini yönlendirebilecek bir Marksizmi yeniden bulacaklarını ya da yaratacaklarını yazar (33). EZLN, determinist ve mekanik Marksizmden bir kopuşa işaret eden Gramsci'ci Marksizmden etkilenmişliği ve yerli topluluklarının gelenekleriyle kurduğu diyalektik ilişki ile bu gelenek içine sokulabilirse de, devrim, devrimci özne ve devrimci sınıf kavramlarında getirdiği radikal değişikliklerle bu gelenekten bir kopuşu da temsil ediyor. EZLN başlangıçta tam da "60 ve 70'lerdeki Latin Amerika gerilla hareketlerinin politik-askeri örgütlerini, yani temel amacı bir rejimi devirerek iktidarı almak olan politik-askeri yapıları" (34) örnek alarak kurulmuş. 80'lerin başlarında Chiapas ormanlarına gelen ilk EZLN grubu böylesi bir kavrayışla, "gerekli olanın ideolojik ve fiziksel güçle donanmış, bu görevi sürdürecek dirence sahip insanlar" olduğuna inanan, Nikaragua ve El Salvador deneyimlerinin de heyecanı ve coşkusuyla "Niçin Meksika'da da olmasın?" sorusunu sorarak silahlı mücadeleye karar veren bir gruptu. Güçlü bir devlet partisinin varolduğu ve üstelik devrim, değişim gibi kavramların da bu parti ve resmi ideoloji tarafından sahiplenilerek içinin boşaltıldığı (Kurumsal Devrim Partisi politikacıları, kendilerini "anavatan"daki "devrim"in cisimleşmesi olarak nitelendiriyorlar; böylece her türlü muhalefet Meksika'ya ihanet olarak görülüyor (35)), kapitalistleşmeden başka bir şey olmayan bir modernleşme projesinin yukarıdan aşağıya, ilerici imalarla dayatıldığı hemen her ülkede olduğu gibi devrimci bir dönüşüm için iktidara karşı silahlı mücadele kararı ülke sol geleneğinden ciddi bir kopuşla mümkün olabilirdi. Üstelik buna, Meksika'nın ABD'nin burnunun dibinde olması da eklenince Meksika'da silahlı mücadeleye kalkışmak, Meksika solu tarafından bir grup romantik devrimcinin deliliği olarak değerlendirilecekti. Bu anlamda özgür ve adaletli bir Meksika için her tür mücadele yönteminin denendiğini, her defasında iktidarın şiddetiyle karşılaşıldığını ve artık tek yolun silahlı mücadele olduğunu söyleyen EZLN'nin çekirdeği olan grubun çıkışıyla, kendisini Türkiye solundan benzer bir kopuşla tanımlayan THKP-C (ve THKO) arasında bir koşutluk kurulabilir. Kürkçü, THKP-C'i sol sapma olarak değerlendirenlerin, "hiçbir zaman bir devrim ve devrimci örgütlenme planına sahip olmamış oluşlarını, Türkiye'de Marksist hareketin gelecek perspektiflerini, parlamenter ya da 'darbeci' bir ilerici değişme projesine bağlamış olmalarını" vurgulayarak, bu durumun "her şeyden önce burjuvazinin dünyasından kategorik olarak kendisini ayırmış bir Marksist hareketin yaratılması zorunluluğunu bir devrimde birincil görev olarak gören genç devrimciler için Küba perspektiflerini kabul edilebilir biricik perspektif kıldığını" belirtir (36). Kürkçü, bu çıkışın devlet bahsindeki yanılsamaların sona erdirilmesinde ve sosyalist hareketin ideolojik bağımsızlığının sağlanmasında tarihsel bir adım olduğunu söyleyerek bu kopuşa işaret etmektedir (37). Benzer bir konjonktürde, sendikaların ve bir çok sivil toplum örgütünün devletle iç içe olduğu, devlet partisinin politikacılarının kendilerini anavatandaki devrimin cisimleşmesi olarak nitelendirdikleri Meksika’da, Nikaragua perspektifini temel alarak Chiapas'a gelen ilk EZLN grubu da bu anlamda Meksika solundan bir kopuşu temsil etmektedir. Ancak, THKP-C'nin kopuşu pratikte bu kopuşu sürükleyecek özneyi bulamazken, EZLN'nin kopuşu, büyük toprak sahiplerinin, yerlilerin komünal çiftlikleri olan "ejido"ları işgal etmek ve yerlilere yönelik şiddet eylemleri yapmakla görevlendirdikleri paramiliter çetelerin saldırıları karşısında yerlilerle özsavunma birimleri oluşturma pratiği ile karşılığını bulup, kitleselleşti. (Tıpkı, Türkiye'de de 1970'lerin sonunda, öğrencisinden öğretim görevlisine, işçisinden bilim insanına, gazetecisinden sanatçısına, köylüsünden gecekondulusuna bütün halka yönelik faşist saldırılar karşısında, halkın kendini savunmak amacıyla direniş komiteleri gibi özsavunma birimlerinde kendi rızasıyla örgütlenmesi gibi. Direniş komitelerini bir savunma çizgisi olarak görüp eleştirenlerin de halkın rızasını önemsemedikleri için kitleselleşemediklerini ve şiddetin kullanımında meşru müdafaa çizgisinin çok önemli olduğunu düşünüyorum. "Halka rağmen"ciliklerin devlet, parti ya da hangi kuruluş tarafından yapılırsa yapılsın totalitarizme yol açacağını görmek gerek. EZLN’nin dönüşümündeki ilk adımın da "halka rağmen"cilikle hesaplaşmak olduğunu görüyoruz.) Ancak EZLN’nin bu kopuşunun gerek Meksika, gerekse dünya solu açısından asıl önemi silahlı mücadelenin seçilmiş olmasında değil, Chipas'a gelen ilk EZLN grubunun bir yerli kültürü ve yerli demokrasisiyle yüzleşmesini sağlamasında olsa gerek. Sol ile yerli geleneğinin ve demokrasisinin yüzleşerek, karşılıklı etkileşimi sağlayabilmeleri, ve EZLN grubunun yüzleşmede cesaretle dönüşme kapasitesi gösterebilmesi Zapatist gerçeğinin altında yatan en önemli etken. Ayrıca, EZLN’den önce, ünlü kurtuluş teologu, Chiapas psikoposu Don Samuel Ruiz Garcia (barış görüşmelerinin arabulucusu) ve kilisenin bölgede yerli örgütlenmesi ve mücadelesine yaptıkları katkıları unutmamak gerek. Michael Löwy de, Monsignor Ruiz’in ve onun ilmihalcilerinin yerli topluluklarının eğitimi ve güçlenmesi için yürüttüğü sabırlı çalışmanın, Zapatist hareketin yükselmesi için elverişli bir ortam yarattığını belirtiyor (38). Yerlilerle kurulan ilk ilişki bu bölge yerlilerinin dünya görüşlerini öğrenme, onlardan o bölgede yaşamak için gerekli gündelik bilgilerin edinilmesi ve onlara okuma yazma, İspanyolca, Meksika tarihi, matematik, coğrafya, biyoloji ve kimyanın temel kavramlarının (Marcos’un deyişiyle "Biz, Mestizoların temel kültür olarak sahip olduğu her şey") öğretilmesi biçiminde olur. Yerli toplulukları ile ilişkilerin gelişmesiyle birlikte silahlı mücadele konusunda bir uzlaşma belirir. Ancak EZLN grubu silahlı mücadelenin bir devrim ve iktidar değişikliği getireceğini umarken, yerli halkın beklentileri silahlı mücadelenin, büyük çiftlik sahiplerinin paramiliter çetelerinin saldırganlığına ve vahşetine karşı bir savunma aracı olarak kullanılması yönündedir. Buna rağmen, bir silahlı mücadelenin gerekliliği konusundaki uzlaşma ilişkilerin daha da gelişmesini sağlar. Bir yandan yerlilere, avcılık amacıyla kullandıkları silahlarla kendilerini korumaları için askeri eğitim verilirken, bir yandan da geniş bir politik projenin gerekliliği konusunda yerliler ikna edilmeye çalışılır. Zapatistlerin bütün dünya soluna ve özgürlük hareketlerine örnek olacak biçimde bir "imkansızı" gerçekliğe dönüştürerek yaşama geçirdikleri doğrudan demokrasi anlayışı bu süreçte iki farklı karar alma mekanizmasının yüzleşmesiyle şekillenir. Marcos’un anlatımıyla: "Bir yanda EZLN’nin başlangıçtaki projesi vardı: bir ordunun olabileceği kadar antidemokratik ve otoriteryan... Diğer yanda Fetihten önce bir yaşama biçimi olan ve Fetihten sonra tek yaşamda kalabilme yolu olan yerli geleneği. Diğer bir deyişle, yalıtılmış, köşeye sıkıştırılmış topluluklar kollektif savunmaya, kollektif yaşamaya ve kollektif yönetime mecbur olduklarını gördüler. Toplulukların iç yapısı ulusal ve bölgesel güçlerden tamamıyla ayrıldığı için önemli olan topluluklarca yapılan işlerdi ve bu nedenle kollektif bir yönetim açığa çıktı. Bütün topluluğu etkileyen sorunlar hakkında ortak karar alma yöntemi her zaman varoldu." Böylece, kollektif liderliğin olduğu ve verilen her görev ile sorumluluğun toplulukca geri alınabildiği bir yapının oluştuğunu ifade eden Marcos, yerli toplulukları açısından, öğrenci meclisleri gibi hem protesto, hem de sorunları tartışma ve çözme araçlarının bir yaşam biçimine dönüştüğünü belirtiyor ve topluluklardan daha çok sayıda insanın EZLN’ye katılmasıyla birlikte, yerlilerin karar alma biçiminin EZLN içerisinde öncelik almaya başladığını ekliyor. EZLN’nin bir karar almak için bütün topluluklara başvurmasının gerekli olur hale gelmesiyle artık EZLN ve yerli toplulukları arasındaki ayrım kalkar ve Zapatist topluluklardan sözetmek mümkün olur. EZLN’nin ilk grubunun bu süreçte örgütsel ve ideolojik bağnazlık yapmayıp dönüşüme açık bir yapı sergileyebilmesini, yerlilere danışmadan bir şey yaparlarsa onları kaybedeceklerini anlamalarında ve yerli demokrasisinin kollektivizminde, insanlara ve onların kendi sorunlarını kendilerinin tartışarak çözebileceğine olan inançtan beslenmesi gereken sol değerleri, üstelik reel sosyalizm pratiğinin ve solla bağları kopan bir öncü anlayışının unuttuğu sol değerleri bulmasında aramak gerekir. Burada, yukarda da kısaca belirttiğim gibi, Latin Amerika’daki daha önceki pratiklerin de önemli deneyimler, özgürlükçü ve katılımcı perspektifler sunduğunu, yerli geleneklerini önemsediğini anımsamak gerek. EZLN’nin ilk grubunun örnek aldığı Nikaragua devriminin önderlerinden Ortega, "biz kitleleri bir destek güç olarak gördük... Oysa gerçek tamamen farklıydı: Gerilla faaliyeti, düşmanı genel ayaklanma yoluyla ezen kitleler için destek işlevi gördü." diyordu (39). Kuşkusuz EZLN kitlelerin bu katılımını tüm karar alma süreçlerine yaydı. EZLN, stratejik tüm kararların yukarıdan değil, demokratik bir biçimde aşağıdan alınmasını sağlıyor. Öyle ki en yetkili organ olan Gizli Devrimci Yerli Komitesi (CCRI)’nin işlevi karar almak değil, sözcülük, organizasyon, birleştiricilik ve koordinatörlük (40). Örgütün nasıl bir yol izleyeceğine, hükümetle masaya oturulup oturulmayacağına, hükümetin önerilerine verilecek yanıta yerli topluluklarına danışmadan karar vermek mümkün değil. Çoğunluğa danışılması ve çoğunluğun bir kararı onaylaması da yeterli değil, bir kararın alınabilmesi için teker teker herkese danışılmış olması gerekiyor. Marcos, bu danışmanın amacını, erki, ona sahip olması gerekenlere vermek olarak açıklıyor. (Geçtiğimiz yaz EZLN’den farklı olarak EPR adlı bir örgüt silahlı eylemler başlattı. EZLN hükümetle görüşmelerin sürüp sürmemesini yerlilerle tartışırken, EPR askeri birliklere saldırıyor ve Marcos’un deyişiyle Gizli Devrimci Yerli Komitesi Genel Komutanlığı üyelerinin hayatını tehlikeye atıyordu (41). EZLN’nin tarihsel farklılığını tam da bu noktada aramak gerek. Kararların halkla beraber alınması. Barış görüşmelerinin Marcos ya da CCRI istediği için değil, halk istediği için sürmesi). Rashkin, Zapatistlerin bu parlamenter süreçlere değil, sessizlerin bile duyulabildiği tabana, halkçı özerkliğe vurgu yapan modern demokrasi duyusunun, 60’ların sonundaki dünya ölçeğindeki bilinçlilikte geliştiğini, ancak köklerini yerli Amerikan toplumundan aldığını ifade ediyor (42). Marcos, bu doğrudan demokrasi anlayışını, "Çoğunluğun ne yapacağını çoğunluk bulmalı ve iradelerini azınlığı ortadan kaldırmadan ve çoğunluk olma haklarını ellerinden almadan yaşama geçirmeli." biçiminde ifade ediyor (43). Marcos bu dönüşüm sürecini, alçakgönüllülük ve açıklıkla, karşılaşılan gerçek karşısında dogmatik ideolojik reçetelerinin işe yaramadığını gören ilk EZLN grubunun, dogmatik reçete ve inançlarıyla halka bir şey veremeyince, Maya kültüründen, geleneklerinden, direnişinden ve yerlilerinden öğrenmeye başlaması olarak değerlendiriyor (44). Ancak, EZLN’nin yerli gelenekleri ve kültürü ile kurduğu ilişkinin tamamıyla bir kabullenme ve eklemlenme ilişkisi olmadığını da belirtmek gerek. Başlı başına bir yazı konusu olan, EZLN’li kadınların mücadelesinin gelenekle hesaplaşarak on yıl önce hayal dahi edilemeyecek adımların atılmasına yol açması bunun en önemli kanıtı. Bu, tam da Mouffe’un Gramsci’ye dayanarak ifade ettiği, geleneğin bazı kısımlarının ya da boyutlarının öbürlerine karşı harekete geçirilebilmesinin olanaklı olduğu tezinin (45) bir kanıtı olarak görülebilir, çünkü EZLN pratiği bize, geleneğin doğrudan demokrasi anlayışına temel oluşturabilecek demokratik öğelerinin, kadını ezen otoriter öğelerine karşı harekete geçirilebilmesinin bir örneğini sunmakta. (Kadınlarla ilgili Devrimci Yasa’da (46) ifadesini bulan, kadınların kazanımlarının, ilk Zapatist devrim olduğu söyleniyor.) Ayrıca, Marcos’un geniş politik amaçları kapsayan bir projede ısrarı ve yerlileri ikna çabası da bir etkileşim sürecine işaret ediyor. Böylece, şehirden gelenler birey, ulus ve daha geniş bir dünyanın duyusunu getirirken, buna karşılık yerliler de uyum duyusu, sürekli referandum ve dinlemeye dayanan bir doğrudan demokrasi anlayışını kattılar (47). Kısacası, "teoriyle pratik yüzleşiyor, yerli halklarının tarihsel mücadele ve direniş gelenekleri ile ulusal bir devrimin gerekliliğini kapsayan bir sentez gerçekleşiyordu." (48) EZLN, ulusal devrim hareketinin bir bileşeni olduğunu ve hiç bir zaman kendi mücadele biçiminin tek meşru mücadele biçimi olduğunu iddia etmediğini ısrarla vurgulayıp, "Tüm onurlu Meksikalıları Zapatist bayrağımız altında toplama niyetimiz yoktur. Biz bayrağımızı sunuyoruz. Ama daha büyük ve herkesi toparlayacak güce daha fazla sahip olan bir başka bayrak var. Farklı eğilimlere, en çeşitli düşüncelere, farklı mücadele biçimlerine yer açan ama tek bir arzuyu, tek bir amacı temsil eden:-özgürlük, demokrasi ve adalet-bir devrimci ulusal hareketin bayrağı." diyerek, tüm Meksikalıları bu bayrakla dövüşmeye çağırdı (49). EZLN’yi bu ulusallığı yüzünden eleştirenler, EZLN’nin ulusal bir devrimden sözetmesini, Meksika bayrağını, ulusal marşları, ulusal sembolleri sahiplenmesini, arabulucu komisyonda olabilmek için bile Meksikalı şartı aramasını garipseyerek çelişkili bulanlar olduğu gibi, EZLN’yi milliyetçi bir hareket olarak değerlendirenler de olabilir. Oysa, EZLN bu tavrıyla, "devletin sembollerini elinden alarak milliyetçi ve demagojik söylemi devlete yöneltiyor." (50) ve sorunun bölgesel değil, tüm Meksika’ya ait ulusal bir sorun olduğunu vurguluyor. EZLN’nin ulusallığı anti-emperyalist bir tutumdan, yurtseverlikten, sözlük anlamıyla yerliliğe yapılan vurgudan kaynaklanan, Meksikalılar arasındaki sorunların Meksikalılar tarafından çözümlenmesi gerektiği düşüncesinde belirginleşen bir ulusallık. "Sınırların kardeşlikten değil, güçlülerin kan içerek semirmesi için kaldırıldığı manasız bir düzen" (51) olarak globalleşmeye karşı olmaktan kaynaklanan bir ulusallık. Batı tarafından sabıkalı ilan edilen, verimsiz olarak nitelenen komünal kollektif çiftliklerin tasfiyesi, (Zapatistlerin ısrarla karşı çıktıkları komünal kollektif çiftliklerin satılabilirliğini sağlayan anayasanın 27. maddesindeki değişiklik, büyük toprak sahiplerinin paramiliter çetelerinin saldırıları hep bu amaca yönelik), kendi kendine yeten köylülerin maaşlı tüketicilere dönüşmesi ve yabancı sermaye ya da toprak sahipleri için ucuz işgücüne dönüşmesi, Meksika’nın en sulak yerlerinde ABD pazarına yönelik üretim yapılması, ve ekonominin dünya kapitalizmine entegrasyonu demek olan neoliberalizme karşı bir ulusallık. (EZLN’nin bu yaz neoliberalizme karşı umut enternasyonalini örgütlemesi, ulusallığının anti-kapitalist bir boyutunun olduğunu ve neoliberalizme karşı uluslararası mücadelenin araçlarını yaratmayı amaçladığını bütün dünyaya kanıtladı.) EZLN’nin öncülük ettiği Ulusal Demokratik Birlik’in demokrasiyi, sivil toplumun kendi yönetimine oy vererek değil bir ulus kurma projesi tanımlayarak katılımı biçiminde yeniden tanımlaması (52), bu ulusallığın, yerli kimliğini reddeden bir proje olarak Meksika karşısında Meksikalı kimliğine bir yeniden tanımlama ile sahip çıkmak anlamına geldiğini gösteriyor. Marcos, karşısında savaştıkları Meksika’nın soyut bir Meksika değil, bir sınıfın, bir grubun projesi olan bir Meksika olduğunu belirterek, aynı Meksika’ya farklı bir projeyle, çok etnili ve gerçekte çok ulusluluğu tanıyan bir projeyle sahip çıkılabileceğini söylüyor (53). "İki Meksika" arasındaki birleşme ancak böyle bir proje ile sağlanabilir. Carrigan, beyaz, şehirli, üniversite eğitimli Marcos’un varlığının Meksika tarihinde ilk kez "iki Meksika"- biri beyaz, modern ve Batılı, diğeri Yerli, geleneksel ve Mezo-Amerikan- arasında eşsiz bir birleşme yarattığını yazar (54). Yine Carrigan’ın aktardığına göre, Meksikalı antropolog Guillermo Bonfil, Meksika’da modernleşme sürecinin her zaman Yerliliğin tasfiyesi ve Batının dayatılması anlamına geldiğini söyler, ve Meksika’nın Yerli geçmişini reddinden ve dışlamasından yakınır (55). Bu bağlamda, A. Mesut’un Kürt sorununun "şimdiye" karşı "geçmişle", "modernliğe" karşı "geleneksellikle", "ulusal bütünleşmeye" karşı "taşranın iktisadi ve politik direnciyle" özdeşleştirilerek yeniden ve yeniden kurulduğu (56) teziyle çizdiği çerçeve, özneler değişince Meksika için de açıklayıcı olacaktır. Gerçekten de, Meksika’da da Yerli sorunu, "şimdiye" karşı "geçmişle", "modernliğe" karşı "geleneksellikle", "dünya ekonomisiyle entegrasyona" karşı verimsiz (!) komünal kollektif çiftlikleri savunan "taşranın iktisadi ve politik direnciyle" özdeşleştirilerek sürekli yeniden kurulmaktadır. Yerlilik, geri olanın temsilcisi olarak nitelenip reddedilmektedir. Bu noktada, EZLN’nin modernlikle kurduğu ilişkiyi de tartışmakta yarar var. Marcos, "Zapatist ihtilal, her yönetimi apartman kapıcısına, her ulusal zenginliği menkul kıymetler borsası raflarında herhangi bir ürüne, onurlu her şeyi sezondışı ucuzluk ve her tarihi yararsız bir koleksiyon parçasına dönüştüren modernliğin sırtında rahatsız edici bir yük." (57) diyerek, Zapatist isyanın insanın, insani duyguların öldüğü, "gelenek" diyerek dünyanın tüm geleneklerinin aynı sepette toplandığı (58) ve geri olanla özdeşleştirildiği bir modernlik anlayışına karşı çıkış olduğunu belirtiyor. Gerçekten de, Zapatist devrimle yerlilerin gerilikle suçlanan gelenekleri demokrasi, özgürlük ve adaletin olduğu yeni bir dünyanın yapıtaşları olarak konuyor. Burada, T. Kozaklı’nın Türkiye için kullandığı M. Berman’ın modernizm/modernleşme ayrımını kullanabiliriz (59). Zapatistler, devlet partisi PRI’nın yukarıdan aşağıya dayatılan projesi olarak (kapitalistleşmeden ve bugün neoliberal projeden başka bir şey olmayan) modernleşmeye karşılar. Halka karşı ve rağmen bir modernleşme projesinin olanaksızlığını da bir kez daha kanıtladılar. Ancak La Jornada gazetesinde yazıldığı gibi "herkesin kararlaştırdığı yeni bir modernizm talep ediyorlar." (60) Yukarıda da belirttiğim gibi modernitenin demokratik projesini izliyor ve derinleştirmeyi amaçlıyorlar. Bu da en net ifadesini, neoliberallere inat, Marcos’un şiirsel dilinde buluyor: "Herkes için her zaman masayı aydınlatacak ekmek, cehaleti azaltacak eğitim, ölümü kovacak sağlık, geleceğin ekildiği toprak, umutları barındıracak bir çatı ve elleri onurlandıracak bir iş vardır." (61) Hegemonik bir sol proje iddiasına sahip herkesin Zapatistlerin şu üç yönü üzerinde durması gerektiğini düşünüyorum: Doğrudan demokrasi, rızanın örgütlenmesi ve sözcüğün sözlük anlamıyla yerlilik. EZLN pratiği, halkın kendisini ilgilendiren tüm sorunlarını tartışıp, çözümler üretebileceğine, söz ve karar hakkına inanan, dayatma ve kitlelerin manipülasyonuna değil rıza ve onayına dayanan, o topraklardan nasıl bir yeni dünya yeşerebileceğini hesaba katan ve geleneğin önemini kavrayan yerli bir anlayışın sonucu. Tıpkı, ülkemizdeki Fatsa pratiğinin doğrudan demokrasiyi yaşama geçirebilmenin, sadece sosyalistlerin değil CHP’lisinden, AP’li ve MSP’lisine ilçedeki bütün halkın rızasını örgütleyebilmenin (manipülasyon veya dayatma değil), ilçenin ve ülkenin sorunları etrafında gündelik yaşama halkla beraber müdahele edebilmenin, Kozaklı’nın ifadesiyle "Türkiye solunun kırmızı urbalarını çıkarıp yerli kıyafetlerini giymesinin" (62) bir sonucu olması gibi. Bu yüzden, zamanın Fatsa belediye başkanı Fikri Sönmez’in, "Halkın onayı alınıp, onun düşüncesi ve desteği sağlanan işler mutlak başarıya ulaşmıştır. Halk kendi kararına sahip çıkmış ve onun bir an önce yerine getirilmesi için, çaba harcamıştır. Ve başarmıştır. Halkın, haberdar olmadığı işlerden kendisine faydası dahi olsa, o işten haberdar edilmediği için ve düşüncesi sorulmadığından dolayı yardımcı olma ihtiyacını duymamıştır ve de olmamıştır." (63) ifadesi doğrudan demokrasi kavrayışı bakımından Marcos’un metinlerinden farksızdır. Bu yüzden hegemonik olma iddiasındaki solun, Zapatistleri (ideolojik konumunu ister benimsesin, ister benimsemesin) özellikle bu üç yönü etrafında dikkatle izlemesi gerektiğini düşünüyorum. "Geçmiş ve gelecek, bellek ve istekle şu anın bir parçası yapılmadığı takdirde, insan terimleriyle hiç bir yol, gidecek hiç bir yer yok." diye yazmıştı Mülksüzler’de Le Guin. Zapatistlerin belleği de var, isteği de... Mürekkep 7, Güz 1997 Dipnotlar: 1. Marcos’un Mektupları: Ülke ve Özgürlük, Gökkuşağı Yayınları, 1996, s. 7. 2. Regis Debray, A Guerilla with a Difference, New Left Review, 1996. 3. Bu konuda ayrıntılı bir yazı için bkz. Ya Basta! Artık Yeter! İsyancı komutan yardımcısı Marcos, Belge Yayınları, 1996, s.40. 4. Ana Carrigan, Chiapas: The First Post-modern Revolution, The Fletcher Forum, Kış-Bahar 1995. 6. Komutan Yardımcısı Marcos’la Söyleşi, ( bu söyleşi internette yer alan sub(TEX) adlı dergiden alınmıştır. Derginin internet adresi: http://www.utexas.edu/students/subtex/.web/ ),sayı 2, Eylül 1994. 9. Lacandon Ormanı 4. Deklerasyonu, 1 Ocak 1996. 10. Michele Barrett, Marx’tan Foucault’ya İdeoloji, Sarmal Yayınevi, 1996, s. 71. 11. Peter Rashkin, Go Zapatistas, Go!, sub(TEX). 14. Marcos’un 30 Temmuz 1996 tarihli konuşması, Söz, sayı 80, 24 Ağustos 1996. 17. Robert Bocock, Hegemony, Ellis Horwood Limited, 1986, s. 106. 18. Chantal Mouffe, Radikal Demokrasi: Modern mi, Postmodern mi?, Alındığı kitap: Modernite versus Postmodernite, Derleyen: Mehmet Küçük, Vadi Yayınları, 1993, s. 193. 19. Ernesto Laclau ve Chantal Mouffe, Hegemony and Socialist Strategy, Verso, 1985, s. 156. 20. Marcos’un Mektupları: Ülke ve Özgürlük adlı kitapta bu bölümün çevirisinde ciddi bir hata yapılmış. Benim internetten aldığım İngilizce metin şöyle: "A unity or organization of exploited classes, versus a multi-class unity. It is from this that the subdivisions arise. Is a parallel construction of both fronts possible or does one counter the other? We believe it is possible, that they do not contradict one another." Çeviri şöyle yapılmış: "Sömürülen sınıfların dolayısıyla sömürülen sınıfların örgütlerinin bir birliği, çoğulcu bir birlik; böylece sonraki bölünmeler başka yönlere taşınacak. Her iki cephenin paralel inşaası mümkün mü ya da biri diğerine karşı çıkar mı? Biz, bunun mümkün olduğu, sözlerinin birbirini tutmadığı düşüncesindeyiz." s. 159. 23. Marcos, Söz, sayı 80, 24 Ağustos 1996. 24. Perry Anderson, Batıda Sol Düşünce, Birikim Yayınları, 1982, s. 49. 33. Michael Löwy, Latin Amerika’da Marksizmin Benimsenmesi, Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, 5.cilt, s. 1439. 34. Bu bölümde kullanacağım EZLN’ye ait olgusal bilgilerin tümü yukarıda adı geçen Marcos’la söyleşiden alınmıştır. 36. Ertuğrul Kürkçü, THKP-C, Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, 7.cilt, s. 2199. 38. Michael Löwy, Marksizm ve Din: Kurtuluş Teolojisi Meydan Okuyor, Belge Yayınları, 1996, s. 18. 39. Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, 5.cilt, s. 1421. 41. Meksika’da Son Durum, Express, sayı 135. 42. Rashkin, adı geçen makale. 44. Marcos, Söz, sayı 80, 24 Ağustos 1996. 46. Ya Basta! Artık Yeter!, s. 36. 48. Marcos, adı geçen söyleşi. 49. Ya Basta! Artık Yeter!, s. 105. 52. Lynn Stephen, The Zapatista Army of National Liberation, Latin American Perspectives, sayı 87, Güz 1995. 53. Marcos, adı geçen söyleşi. 54. Carrigan, adı geçen makale. 55. Carrigan, adı geçen makale. 56. Ahmet Mesut, Türk Devlet Söylemi ve Kürt Kimliğinin Reddi, Birikim, sayı 47, Mart 1993. 57. Marcos, Söz, sayı 76, 27 Temmuz 1996. 58. Marshall Berman, Katı Olan Her Şey Buharlaşıyor, İletişim Yayınları, 1994, s. 24. 59. Tamer Kozaklı, Bir Hegemonik Mücadele Alanı Olarak Türkiye Tarihi, Mürekkep, sayı 5, Güz 1995. 62. Tamer Kozaklı, Yerliler ve Kırmızı Urbalılar, Mürekkep, sayı 6, Kış-Bahar 1996. 63. Pertev Aksakal, Bir Yerel Yönetim Deneyimi, Simge Yayınevi, 1989, s. 95. |
||||||||||||||||||||||||||||||||||
|