körotonomedya > türkçe > chiapas
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

PIT II ile Kısa (Mutlu) Bir Konuşma

Ilan Stavans -- Paco Ignacio Taibo II

Yazmaya ne zaman ve nasıl başladınız?

Harfleri biraraya getirmeyi ilk öğrendiğimde, mantığımı kullanmaya başladığım ilk an. O zamandan bu yana yazmak benim alınyazım oldu. On bir yaşında bir dergi yayımlama yolunda ilerliyordum, on üçünde ilk kısa hikayemi yazdım. On beş yaşımdan beri gazeteciyim, beşimden beri meraklı bir okur ve ilk romanımı 20 yaşımda tamamlamayı becerdim, bereket versin hiçbir zaman yayımlanmadı. Bu saplantının, kendisi de bir yazar olan büyük amcam ve dünyadaki en iyi mesleğin ip cambazlığı ya da itfaiyecilik değil (bunlar şüphesiz en iyi ikinciler), yazarlık olduğunu düşünen gazeteci, romancı ve eleştirmen babam Paco Ignacio Taibo tarafından beslenen aile geleneğinin bir parçası olduğunu zannederim. Ben beş yaşımdayken babam çalıştığı gazeteden eve gece yarısı döner, gidip yatmak yerine yemek masanının üstüne gazete ve havlu serip üstüne de Olivetti daktilosunu kordu. Sonra da evdekileri uyandırmamak için olabildiğince az ses çıkararak romanını yazardı. Şafak sökene dek yazardı. Sessizce yataktan kaçar, masanın altına kıvrılırdım. Babamın tanıklık etmemi gerektiren çok önemli bir iş yaptığından emindim. Hayatımın ilk yıllarında bir Olivetti'nin ninnileriyle uyudum.

Ne tür bir teknik, nasıl bir program izliyorsunuz? Size ilham veren, kötü ruhları kovan bir tılsımınız var mı?

Gün boyu, her saatte yazarım. Müzikle çalışmaya meylim var -- ne kadar ritmik olursa, o kadar iyi. Richard Wagner ve Carlos Santana örneğin. Tek tılsımın iş değiştirmek. Doymak bilmez bir yazarım. Hemen şu an üç romana başlamış olabilirim, diğer üçünün notlarla taslağı çıkarılmıştır, 1920'lerin Meksikalı anarşistleri üzerine tarihsel bir makale, bir de çizgi-roman senaryosu. Birinden diğerine geçerim. Bir projede bir yere varamadığımı anladığım an onu terkeder, bir diğerine başlarım. Tıkandığım anlar vardır, o an geldiğinde karşı koymam, seyahat ederim ve kendimi orda burda amme yararına projelere yardım etmeye adarım.

Héctor Belascoarán Shayne ile ilk karşılaşmanız nasıl gerçekleşti? Fiziksel görünümünü ve entelektüel niteliklerini neye borçlu?

Héctor Belascoarán Shayne eleme sonucu doğdu ve fiziksel görünümünü çeşitli şeylere borçlu. Köksüz, orta sınıfın bir mültecisi, çılgınca meraklı, inatçı, yoldaşı Meksikalılara karşı mizahi duygularla yüklü ve bir parça melankolik. Aslında, fiziki görünümünü 15 yıl öncesinin modasını takip eden antropolog bir arkadaşıma, Sergio Perello'ya borçlu. Belascoarán Shayne 15 yıl geriden gelerek Belascoarán Shayne oldu. Romanlar boyunca aldığı yara berelerin de fiziksel görünümünü belirlediğini eklemeliyim: kaybedilmiş bir göz, hafif bir aksaklık, kemiklerini gıcırdatan rutubetin dehşeti.

Karakteri Sherlock Holmes'dan sıkılan Arthur Conan Doyle, daha sonra okurlarlarının ricasıyla diriltmek üzere, bir seferinde onu öldürdü. Belascoarán Shayne de Aynı Şehre Dönüş romanınızda yeniden dirilmişe benziyor. Sizi kontrol mu ediyor, yoksa tam tersi mi geçerli?

Birbirimizi kontrol ediyoruz. Onu ben öldürmedim, dramatik mantık, olayların gelişimi öldürdü. Sonra okurlar protesto ettiler. Destanın bitmediğine karar verdim ve onu hayata döndürdüm. Beyaz büyü!

Belascoarán Shayne ve Phillip Marlowe arasındaki nasıl bir ilişki var? Farkları ne?

Farklar yalnız kahramanın, yabancının yapısında: tek başına yaşama kabiliyeti, (Marlowe'da) arkadaşlara, (Belascoarán Shayne'de) belirli saplantılara bağlılık. Raymond Chandler'in karakteri rasyonel bir tarih içinde hareket ediyor, benimkiyse Kafkaesk ve yozlaşmış, kaotik bir atmosferle çevrili: Mexico City.

Yaygın popülerliğinizi neye borçlusunuz?

Alışılmamışlığa... Sanırım Meksikalı okur romanlarımda kırık bir ayna, onları ahlâki olmayan hakikate teslim olmamaya davet eden bir teklif buluyor.

Polisiye roman neden bu denli çekici?

Maceranın cazibesi, bilinmeyenin erdemleri, şehirleri ve eski gizemleri çözmeye yönelik inanılmaz bir kabiliyet, kısıtlı koşullarda varolan bir dizi karakter yüzünden. İyi roman iyidir, polisiye bir olay örgüsü varsa daha da iyidir...

Sizden önce, Meksika'da polisiye roman Chandler, Dashiell Hammett ve Ernest Hemingway'in kirli gerçekçiliğine bağlı değildi. Nasıl oldu? Bu yeni rabıtanın sebebi ne?

Aslında ben kelimenin en kötü, anlatıcıların anladığı manasıyla Chester Himes ve Jim Thomson'ın çirkin--kirli--kahrolası gerçekçiliğine bağlıyım. Buna kara mizah ve ahlaki konularda Kafkavari bir bükülme ekledim. Benimle aynı yıllarda yazan ve edebiyatı yıkıcı bir ifsat olarak gören bir anlatıcılar kuşağına aidiyet duyuyorum: Mánuel Vazquez Montalbán, Jerome Charyn, J. P. Manchette, Jean Francois Villar, Juna Carlos Martelli, Alberto Sperati, Per Wahloo, Robert Littell, Martin Cruz--Smith; benzeri bir biçimde, kurgusal olmayan tanıklıklar kaleme alan çağdaş bir yazarlar akımına: Rodolfo Walsh, Miguel Bonasso, Joseph Wambaugh ve Guillermo Thorndyke.

...

Meksika yozlaşmanın şiddetinden adaletin yokolduğu bir ülke. Sizin milli polisiye edebiyatınızın ana teması bu mu?

Evet, fikir bu. Suç, sistemin bir parçasını teşkil ediyor ve ona mantıksal ve tutarlı bir biçimde eklemlenmiş. Bu yüzden, çözüm de suçun bir parçası. Polisin, tüm yeraltı örgütlerden, Mafya'dan ve bir dizi marjinal çılgından daha fazla ölüme yol açtığı bir şehirde yaşıyorum. Luis Gonzales de Alba, 1968'deki Tlatelolco hareketinin öğrenci lideri, iki caddenin kesiştiği bir kavşakta, hiçbir zaman bir tramvay hattının bulunmadığı bir yerde ve şehrin öte tarafında binlerce kişiye konuşurken, bir tramvayı yaktığı için saçma bir şekilde dört yıl hapse mahküm edildi. Meşhur deyişi, elbette ona borçluyuz: "Polis her zaman suçlanmalıdır."

Ilan Stavans, "A brief (happy) talk with Paco Ignacio Taibo II", The Literary Review 38:1 (1994), 34--37.

Çeviren: Özgür Gökmen

 
  arama     rss-feed    bize yazın    harita metot    ENGLISH